Pelin Şener
Son üç yıldır yaşam alanlarımız sürekli daraldı ve yaşam kalitemiz sürekli düştü. Üçüncü yılına giren Korona salgını, son 10 aydır depara kalkan enflasyon nedeniyle ücretlerimizin erimesi ve özellikle düşük ücretli-güvencesiz işlerdeki çalışma koşullarının giderek kötüleşmesi… Ve şimdi binlerce insanın katledildiği, yaralandığı, milyonlarcasının hayatta kalabilmek, çoluk çocuğunu korumak için yanına aldığı birkaç parça eşyayla sonu belirsiz olan göç yollarına düşmesine neden olan Ukrayna savaşı…
Aynı tas aynı hamam!
Defalarca yazdık, söyledik. Bir değişiklik olmadığı için yazmaya, söylemeye devam edeceğiz, devam etmeliyiz; Korona salgınında “sosyal devlet” ve “sosyal güvenlik” diye sürekli propagandası yapılanın ne kadar zayıf ve altı boş olduğu görüldü. İhtiyacın en fazla olduğu dönem onlarca hastane kapatıldı (2020’de 20, 2021’de 22 hastane kapatıldı. 2022’de ise 31 hastane tam ve 17 hastane kısmen kapatılacak!) ve ardından “kurallara uyulmazsa sağlık sistemi çöker” şantajlarının yapıldığını unutmadık.
Öfke yaratan sadece bu değil. Bakım işlerinin tamamı için tekrar eve, mutfağa biz kapatıldık. Ortam şimdi biraz rahatlasa da sonbaharda ne olacağını, yeni bir virüs varyasyonu nedeniyle yaşamımızda yeni kısıtlamaların gelip gelmeyeceğini henüz bilmiyoruz. Ama son iki yıldır yaşadıklarımızın tekrar etmesini istemiyoruz. Hala okullarda havalandırma sistemleri kurulmadı, eğitim sistemi yeni şartlara göre yeniden yapılandırılmadı, eğitimcilerin çalışma koşulları iyileştirilmedi. Hadi şimdiye kadar yapılmadı ama önümüzdeki yaz tatilinde bunların mutlaka yapılması gerekir – ama eyalet ve federal eğitim bakanları bu taleplerimizi görmezden geliyor.
“Çift haneli enflasyona hazır olunmalı”
En son olarak enflasyon yüzde 7,3’e fırladı. Almanya’nın en büyük bankası Deutsche Bank, „yıl genelinde yüzde 7 – yüzde 8 arası enflasyona kesin gözüyle bakıyoruz. Eğer enerji ithalatında sınırlama getirilirse (yani Rusya’dan doğalgaz alımı) o zaman yüzde 10 ve daha üzeri enflasyon gündeme gelecektir. Çift haneli enflasyona hazır olunmalı” açıklamasını yaptı.
Yayınlanan rakamlar ortalama enflasyonu gösteriyor. Kişinin ücreti ne kadar düşükse onun “kişisel enflasyonu” o kadar yüksek oluyor. Sonuçta 1000 – 1500 Euro net ücret alan gelirinin önemli bölümünü mutfak giderlerine, kira ve yan giderlere harcamak zorunda. Ayçiçek yağı fiyatı ortalama yüzde 18, kalorifer için gaz yağı fiyatları bir yıl içinde yüzde 144, doğal gaz yüzde 42, kömür ve elektrik yüzde 20 arttı.
Reel ücretlerimizin erimesinin önüne geçmek için geçmiş kayıplar “ek zamla” karşılanmalı ve önümüzdeki dönem enflasyon beklentisi gözetilerek ücretler yükseltilmeli. Bunları ifade ettiğimizde, “aşırı ücret talebi enflasyonu körükler” deniliyor. Ama bu doğru değil. Ücret zammı enflasyon nedeni değil. Ve devlet istediği an başta enerji fiyatları olmak üzere bütün temel ihtiyaçlara “tavan fiyatı” belirleyerek enflasyonun daha hızlı yükselmesinin önüne geçebilir.
100 milyarı nereden buldunuz!
Yaşam şartlarımızın maddi olarak kısa süre içinde bu denli kötüleşmesi tepkilere neden oluyor. İnsanlar tepkilerini örgütlü göstermeseler de markette alışverişte, arabaya benzin alırken, elektrik faturasını öderken bireysel olarak tepkilerini ortaya koyuyorlar. Hükümet bu tepkilerin artmasının ve örgütlü bir güce dönüşmesinin önüne geçmek için “enerji yardımını” gündeme getirdi. Hem de peş peşe iki kez! Önce ev yardımı alanlara 100 Euro tutarında enerji yardımı kararlaştırıldı. Ardından ise kişiye/aileye durumuna ve birey sayısına bağlı olarak bir dizi yardım daha kararlaştırıldı. Bütün gazeteler bu müjdeyi kapaklarına taşıdılar.
Şu ana kadar net olmayan tek şey bu yardımların ne zaman ödeneceği! Devletin hiçbir şeye karışmamasını, piyasanın her türlü düzenlemeyi otomatik olarak yaptığını ileri süren “liberal ekonomi” yanlısı FDP’li maliye bakanı Christian Lindner’in bakanlığı devraldığı ilk gün, “dağıtılacak paramız yok” sözlerini unutmadık. Ve şimdi aynı bakan “kesenin ağzını açmış” görünüyor. Gerçekten kesenin ağzı açıldı mı? Herkese ihtiyacı ölçüsünde yardım verilecek mi?
Kesenin ağzının açıldığı doğru – ama işçi ve emekçiler için değil. ‘Savunma’ bütçesi 50 milyardan 74 milyara çıkarıldı ve üstüne ek olarak silahlanma için 100 milyar Euro hacminde “özel servet fonu” oluşturuldu. “Dağıtılacak parası olmayan” devlet birkaç gün içinde 124 milyar ek olarak silahlanmaya buluverdi. FDP’li Lindner bununla da kalmadı ve “ordunun vurucu gücünü artırmak için kısa süre içinde gerekli olan askeri teçhizat ve mühimmat için” 102 milyar Euro’luk bir listeyi bakanlar kuruluna sundu!
Hak ettiğimiz saygıyı görmek, değeri almak istiyoruz!
Lafa gelince bol keseden, pratiğe gelince bir o kadar cimri bir tutumla karşı karşıyayız. Çalıştığımız birçok yerde “değerli çalışanlar” olarak hitap ediliyoruz, hükümet “sistemi ayakta tutanlar” diye alkışlıyor. Ama ne o süslü sözler ne de alkışlar karın doyurmuyor, kiranın ödenmesini sağlamıyor, çoluk çocuğun ihtiyacını karşılamıyor.
Sağlık, bakım ve eğitim alanında olduğu gibi mağazalarda rafları dolduran, havaalanlarını, istasyonları, okulları temizleyenlere (ve diğer tüm alanlarda çalışanlara) “saygıyı hak ediyorsunuz”, “emeğinizin karşılığını almalısınız” sözleri hala hafızalarımızda. Son yıllarda bu alanlarda yapılan tüm toplu sözleşmelerde bunlar hatırlatıldığında söylenen “aşırı talepleri karşılayamayız”, “kasalar boş” gibi sözler oldu.
Emekçilerin talepleri karşısında “kasalar boş” diyenler sermayenin kasalarına yüzlerce milyar Euro’yu aktardılar, “aşırı talepleri karşılayamayız” diyenler milyarları hissedarların banka hesaplarına yönlendirdiler.
Artık yeter! Hak ettiğimiz saygıyı görmek, değeri almak istiyoruz! Sonra değil şimdi istiyoruz.