#KızKardeşlerimizeMektuplar – 5

Canım kardeşim, bu mektup eline geçtiğinde beni anlamanı umuyorum. Bir hikayeden çok bir anımı paylaşacağım seninle. Hepimizin yaşamında unutulmaz anlar vardır. Hani o anlarda donup kalırsın da olup biteni saniye saniye nakşedersin aklına.

Sekiz yaşıma kadar köy yerinde büyüdüm. Sessiz, zayıf bir çocuktum. Bana yemem için baskı yaptıklarını hatırlıyorum. Bir de sürekli karnımın ağrıdığını. Rahmetli babaannem iyi gelmesi için beni kucağına alıp karnımı ovalardı. Öyle rahat ederdim ki “geçti mi kuzucuk?” diye sorduğunda yalandan “geçmedi” derdim. Kendimi çocuk gibi hissettiğim ender zamanlardan biriydi. Tadını çıkarmak da hakkımdı doğrusu. Küçük kardeşlerime ben bakardım. Bu nedenle mi bilinmez akıllı uslu bir çocuktum. Sorumluluklarım boyumdan büyüktü anlayacağın. Bu arada tarlada çalışan dedeme ve babama azık götürmek de işlerimin arasındaydı. Bunu severek yapıyordum. Evden çıktığım anda kendimi başka bir dünyada hayal ederdim. Kendi masalımı oynardım adeta. Hayali yol arkadaşlarım olurdu. Küçükken oyuncakların var mıydı? Eğer öyleyse şanslı sayılırsın. Ben gerçek oyuncak bebekleri Almanya’ya geldikten sonra gördüm. Bir çocuğun hayal edemeyeceği kadar güzel bebeklerdi. Hatırlıyorum koca kadın olmuştum yine de oyuncak reyonuna gider; bebeklere bakardım. Ama almazdım, alamazdım desem daha doğru olur. Param olmadığı için değil. Şu anda kendi işi olan, çalışan bir kadınım. Bir kadının özgür olabilmesi için ekonomik olarak da kendine yetmesi gerektiğini çoktan anladım ve bunun için ne gerekiyorsa yaptım. Benim bebeklerle olan ilişkim sana mektubun başında anlattığım köy yaşamında gizli. Tekrar o günlere dönecek olursak… Yine azık götürmek için yola koyulmuştum. Bu defa ceplerime doldurduğum kesik bez parçalarından, sağdan soldan topladığım dallardan kendime bir bebek yapmak için bir ağacın gölgeliğini seçtim. Nasıl becerdiğimi hatırlamıyorum ama giderek şekillenen bebeğimi büyük bir hevesle tamamladım. Bu sırada vaktin nasıl geçtiğini anlamadım. Bir an dedemin postallarını gördüm. Başımı kaldırdım. Ter içinde kalmış yüzünü mendiliyle silerken söylendi; “Biz azık bekleriz, sen ne eden burda?!” Daha fazlasını söylemedi. Azıkları elimden alıp tarlaya doğru yürüdü. Suçumu hafifletmek için hızla eve koştum. Yün parçalarından bebeğimin saçlarını yapmak için sabırsızlanıyordum. Annem, yengemlerle tandırın başında ekmek yapıyordu. Soluk soluğa koştuğumu görünce “ne o kız keçi mi kovalar arkandan?..” dedi. Elimdeki bebeği ona uzattım. “Bu ne ki?” diyerek onu ateşe attı. O anda donup kaldım. Gözlerimi alevlenen bebeğimden ayıramıyordum. Ne düşündüğümü de hatırlamıyorum ama annemin beni sarsarak; “kız delirdin mi çekil artık şurdan!” demesiyle ağlayarak oradan kaçtım. Tabii ki aradan uzun yıllar geçti ama bu olayın etkisini hala üzerimde taşıyorum. Bunu anlamlandırmam kolay olmadı. Yetişkin bir kadın olmama rağmen bazı konularda gereğinden fazla hassas davrandığımı fark ettim. Sosyal hayatımı güçlendirmek için katıldığım bir çok kişisel gelişim seminerleri oluyordu; müzik ve resim kurslarına da gidiyordum. Buralarda hata yapmaktan korktuğumu anladım. Bir önerim dikkate alınmazsa ya da herhangi bir şeyime karşı küçük bir eleştiri getirilirse hemen sesim kısılıyor, vücudum kaskatı kesiliyor; midem ağrımaya başlıyordu. Doktorlar bu durumun psikosomatik olduğunu söyledi. Yaşadığım fiziksel sorunların hiçbir organik nedeni bulunamadı. Ruhumun yarattığı somut rahatsızlıklarmış bunlar. Psikolojinin vücudumuzla birlikte verdiği tepkiler. Bunun için profesyonel yardım aldım. Hala mücadele veriyorum. İnsan ruhunda açılan yaralar kolay kapanmıyor güzel kardeşim. Ben görünürde olamayan duygusal bir şiddet yaşadım. Annemin önemsemeden yaptığı bir hareket bugün benim bütün hayatımı etkiledi. O gün o an benim de bir parçam ateşe atılmıştı sanki.

Hiç unutmam kırklı yaşlardayım. Resim kursuna yazıldım. İlk defa bir resim yapacağim. Haliyle üzerimde bir çekingenlik var. Tek yabancı benim, gelenlerin hepsi Alman. Ya beceremezsem, ya bana gülerlerse diye kaygılıyım. Yanımda oturan kişi sıkıntımı farkedince „Ben de ilk defa resim yapacağım; buraya sergi açmaya değil, öğrenmeye geldik“ diyor. Rahatlıyorum. Bizim için anlamı olan bir resmi serbest çalışma olarak yapmamız isteniyor. Düşünmeden başlayın diyor resim öğretmeni. Başlıyorum. Ve  yarım kalmış bebeğimi çizdiğimi fark ediyorum. Bu defa rengarenk yünlerden saçlarını tamamlamış olarak. Gözlerini parlak siyah düğmelerden yapıyorum. Eteğini pembe tülden… Farklı bez parçalarından bir giysiyle resmediyorum. Sıra yüz ifadesine geliyor. Gülmesini istiyorum ama alevler içinde acı çektiğini hissediyorum. Sadece bir dokunuş. Son bir dokunuş gerekli. Bir türlü tamamlayamıyorum. Öğretmen yaptığımız resimler üzerine kısa bir anlatım istiyor. Sıra bana geldiğinde vücudum kasılıyor, nefesim sıkışıyor, karnıma ağrı giriyor. Herkes beni bekliyor ama ben bir kelime bile edemiyorum. ,,Öğretmen yanıma geliyor; elini omuzuma koyuyor ve yumuşak bir ses tonuyla… „Nefes al. Sakin ol. Resmin sana ait bir şey ve sen ne yaparsan anlamı da o. Bizler bunu yargılayamayız. Bunun doğrusu ve yanlışı yok. Şimdi bize gördüklerini anlat.“ diyor. Fırçayı elime alıyorum. Ve son bir dokunuşla ona gülen bir ifade çiziyorum.

Öyle umuyorum ki sevgili kardeşim, benim gibi herkes içindeki çocukla barışsın. Bilerek ya da bilmeyerek birileri bu çocuğu yok etse bile…

Devi Güneş