#KızKardeşlerimizeMektuplar – 11

Sevgili kardeşim,

Ben çok küçük bir köyde doğdum. Fakir bir ailenin sekizinci çocuğuyum. Yarı aç yarı tok sezon işçisi olarak tarlalarda çalışıyorduk. Bizim oralarda kız çocuğuna değer verilmez. İnsandan bile sayılmayız. Bizi zamanı geldiğinde üç beş kuruş para için satılacak bir mal gibi görürler. İşte o kadar. Ben de 14 yaşımda başlık parasına satıldım. İki karısı ölmüş, bir karısı olan babam yaşında bir adama. Arka arkaya dört çocuk doğurdum. İkisi kız ikisi erkek. Kadınlık diye bir şey bilmedim ben. Ya doğuracaksın, ya çalışacaksın. Allah seni inandırsın kapımızda yatan köpeği kıskanırdım. Öğleden sonraları gerine gerine öyle bir uyku çekerdi kendine. Dertsiz tasasız bir canlı diye düşünürdüm. İnsan eskileri anlatınca böyle daldan dala sıçrıyor. Benim asıl hikayem en büyük oğlum Mustafa’yla…Onu bıraktığımda 13 yaşındaydı. Bıraktım demek yanlış olur. Anlatayım…

Gözümü açtığımda hastaneydim. Bu defa öldüresiye dövmüş olacak ki hastaneye nasıl geldiğimi bile bilmiyorum. Tedavim iki hafta sürdü. Polis ifademi aldı ve hastaneden sonra beni sığınma evine yerleştireceğini söyledi. Adını bile ilk kez duyduğum bu evin nasıl bir yer olduğundan haberim yoktu. İstemediğimi söyledim. Beni ikna ettiler. Devlet koruması altında olacakmışım. Ne anlama geldiğini bilmesem de devletin beni koruyacak olması hoşuma gitmişti. Kocamın da gözü korkar diye düşündüm. Kabul ettim. Beni şehre götürdüler. Dağın tepesinde bir yer. Pencerelerinde demir parmaklıkları olan koğuşlarda kalıyorduk. Sanki hapislik yaşıyordum. Benim dışımda pek çok kadın vardı. Çoğu da genç. Tam bir sene geçirdim orada. Kötü günlerdi.  En kötüsü de çocuklarımdan uzak olmaktı. Oradan çıkar çıkmaz köye döndüm. Ev bomboş. Adam almış çocukları başka bir şehre taşınmış. Dünyam başıma yıkıldı. Yol bilmem, iz bilmem; nasıl bulacaktım onları. Bizim köyün yakınlarındaki tepede kazı yapılıyordu. Kazı zamanı köylüleri de çalıştırırlar. İçimden bir ses sanki oraya git dedi. Soluksuz çıktım tepeye. Köylülere dert anlatmaya çalışıyorum. Belki onlardan biri bilir nereye kaçtığını. Kazı evinden bir kadın çıktı. O kazının başkanıymış. Profesör kadın. Üniversitede büyük yerlerde.  Dinledi beni önce. “Sana yardım edeceğim merak etme” dedi. Ama bu işler zaman alır. Bir süre burada benim yanımda çalış. Bu arada hem para kazanırsın hem de ben senin için araştırma yaparım.” dedi. Aşçıları gideli iki gün olmuş. Onlara yemek pişirecek biri gerekiyormuş. Yapmaz mıyım hiç! Hem yemeklerini yaptım hem temizliklerini. Öyle tatlı dilli öyle cömert bir kadın. Elim para gördü. İki ay kazıda yanlarında çalıştım. Allah razı olsun çocuklarımın yerini de öğrendi. Hiç düşünmeden atladım otobüse gittim.  Bana verdiği kadın dernekleri adreslerine uğradım; hepsinin kapısını bir bir çaldım. Nasıl insanlar var o derneklerin içinde? Şaşırdım kaldım. Bir anda arı gibi toplanıp ne derdin varsa çare arıyorlar. Onların sayesinde temizlik işi buldum. Ev de kiraladım. Çocuklarımın üçünü yanıma almayı başardım. Başardım dediysem onların yardımlarıyla elbet. Büyük oğlum beni görmek istememiş. Ona hakkımda kötü şeyler söylemişler. Çocuğun aklına girmişler. Olsun dedim; belki biraz daha zaman geçerse dayanamaz,  gelir diye düşündüm.

O gün çarşıda yürüyorum. Elimde torbalar var. Biri arkamdan yanaştı. Sanki sıcaklığını hissettim. Dönüverdim. Mustafamla göz göze geldim. O an ne yapacağımı bilemedim; içimi bir şey kapladı. Sarılıp yüzünü gözünü öpesim geldi. Bir anda geriledi, elindeki bıçağı karnıma doğru salladı. Bir çığlık atmışım. Esnaf mesnaf herkes koşturunca; “Bir dahakine kendini ölmüş bil!” diyerek kaçtı. Polis çağıralım dediler. İstemedim. Onu tanımadığımı söyledim. Önemli bir yaram yoktu. Yorgan poşeti beni kurtarmıştı. Belki de çocuğumu kurtarmıştı. Düşündüğü şeyi yapsaydı. Gencecik yaşında annesini öldürüp hapse düşecekti. Eve geldim.  Kafamda hep onun gözleri ve sesi var. Demek annesinin katili olacak kadar yüreğini karartmıştı. Bizim oraların töresinde var bu. Aile karar aldı mı, infaz görevi bir erkeğe düşer. Töreleri batsın.  Sabaha kadar gözüme uyku girmedi. Bundan böyle çocuğumdan kaçarak mı yaşayacaktım! Her an beni öldürecek korkusuyla mı! Aslında korktuğum kendi canım değildi. Onun için korkuyordum. Keşke bir fırsatım olsaydı da “Yapma oğlum. Sana ne anlattılarsa yanlış anlatmışlar. Sen kimseyi dinleme, önüne bak, geleceğine bak. Parmaklıklar arkasında mı çürüteceksin ömrünü?” deseydim. “Törenin arkasına saklanıp başımıza cellat koyuyor bunlar. Senin elin bıçak değil, kalem tutsun güzel evladım” diyebilseydim. Düşüne düşüne sabahı ettim. Çocukları okula yolladım. O gün işe gitmedim. Evlerinin oraya gidip bir köşeden gizlice gözlemeye başladım. Mustafa’nın evden çıkması epey zaman aldı. Efe efe yürüyor; yokuş aşağıya. Ben de arkasından. Sahil yoluna çıkınca bir banka oturdu. Birine telefon açtı. Yanına yaklaştığımı bile fark etmedi. Belli ki bir kızla konuşuyor. “Çay bahçesine geçmedim. Sahildeyim.(…) Hadi gel, kahvaltı ederiz.(…) Tamam aşkım” diyor kapatıyor. Yanına oturuyorum. “Bir sevdiceğin mi var oğlum?” diyorum. Bir anda yerinden fırlayıp “Ne işin var burada, defol git!” diyor. “Bugün de ben senin peşine düştüm. Otur da konuşalım.” Bir sağa bir sola deli gibi gidip geliyor. “Belanı arama. Çek git!” diyor. Gitmiyorum. “Belli ki töre diye beynini yıkamışlar. Analık hakkı diye bir şey var. Asıl töremiz budur bizim! Hiç mi analık hakkım yok sende.” Mustafa’nın yürek çarpıntısını kendi yüreğimde hissediyorum. Benim oğlum öyle katil olacak biri değil. Hele annesinin gözünün içine baka baka. O gün arkamdan saplayıp kaçacaktı belki. Ama bugün gözümün içine bakıp yapamaz o işi. Tanırım ben onu. Nefesinden tanırım. O söylüyor, ben söylüyorum. O söylüyor; ben söylüyorum. Biliyorum dediklerimi duyuyor. Anlıyor. Bana sarılmak istiyor ama kendini tutuyor. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Bir kız yanaştı yanımıza: “Mustafa?” dedi. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bir bana bir Mustafa’ya baktı. Bir cevap beklediği belliydi. “Sen arkadaşın de mi? dedim. “Evet ama siz kimsiniz?” dedi. Araya saatler girmişti sanki. Mustafa belli belirsiz bir sesle “Annem” dedi.

Böyle canım kardeşim. Hikayemin son sözü olsun bu. Bundan sonrası artık gereksiz. Benim gibi pek çok kadın bugün hala törelerin kurbanı. Bu infazlar ıssız yerlerde olup bitiyor. Üstünü kapatıyorlar. Cenazesini bile kaldırmadan atıyorlar bir köşeye. Ölen bir kadın, öldüren bir erkek. Her ikisi de kurban aslında.

Aysun Çiçek