#KızKardeşlerimizeMektuplar – 1

Sevgili kız kardeşim,

eminim hiç birimiz ‘hayalet kadın’ olmak istemeyiz. Zaten mücadelemizi de hep kadınları görünür kılmak uğruna vermiyor muyuz?  Ben ne yazık ki ‘hayalet bir anne’ ile büyüdüm. Onun varlığını evde hep hissederdim ama olaylara yön verecek denli gerçek bir varlık gösteremediğini de bilirdim.

Annem, dönemin koşullarında oldukça ilgisiz, sevgisiz, otoriter bir babayla ve ancak ona rağmen direnen, susmayan, kendi ve çocuklarının hakkını korumak için elinden geleni ardına koymayan bir anneyle büyümüş. Aslında pek de büyüyemeden 16 yaşında babamla evlenmiş. Yine o dönemin koşullarında oldukça ‘cesur’ sayılabilecek nişanlılık dönemi yaşamışlar. El ele tutuşup kırlarda bayırlarda dolaşmışlar. Hatta onları gören “Ferhat ile Şirin” geziyor yine dermiş.

Babam öğretmen. Cesur, idealist. Gözünü korkutan hiç bir şey yok. Anneannemi her seferinde ikna ediyor; yağlıyor, ballıyor, annemi takıp koluna götürüyor.

Aklım yetmezden öncesini yalnızca anlatılanlardan biliyorum. Babamın tayinleri nedeniyle Anadolu’nun bir çok köyünü, kasabasını gezmişler. Babam oralarda yıllar sonra bile unutulmayan güzel izler bırakmış. Babama ve yaptıklarına dair övgüleri yıllarca bir çok ortamda, bir çok kişiden duymuşuzdur hep.

Annemin neler yaşadığına dair anıları ise yalnızca annemin anlattıklarından biliyoruz. Suyun olmadığı köylerde çocuk bezlerini her gün dereye götürüp yıkamasını, kova kova suyu köyün çeşmesinden eve taşımasını, neredeyse her gün köye ziyarete gelen ‘büyük misafirlerin’ onlarda konaklamasını ve tabii hazırlanan ziyafet sofralarını… Çoğu zaman gündelik işlerini yaparken ya da derede çamaşır yıkamaya giderken kendilerine zarar vermesinler diye iki ablamı çarşafla kapıya bağlarmış. İyi niyetle geliştirdiği bu yöntemin doğruluğunu yanlışlığını hiç düşünmeden. İnsan zaman içinde bazı şeyleri daha iyi anlıyor.

Babam dışarıda; güçlü, üretken, aktif, son derece dayanışmacı. Güçlü sosyal ilişkiler içerisinde saygı gören, sevilen bir kişi. Evde ise otoriter, şiddet eğilimli, zaman zaman  ürkütücü, hatta korkutucu. Aynı zamanda her türlü maddi olanaksızlığa rağmen eşyadan çok sağlıklı beslenmemize özen gösteren, eğitime öncelik veren, her an kendisini arkamızda hissettiğimiz güven veren biri.

Annem mi? Annem hep sakin, hep itaatkar, yoktan var eden ‘mükemmel bir ev kadını’. Temiz, titiz, düzenli-tertipli, çamaşırlarının beyazlığının parmakla gösterildiği bir kadın. Kalabalık dost buluşmalarına, rakı sofralarına çeşit çeşit meze hazırlayan annem  kurduğu mükellef masanın mimarı değil de evin bir köşesine sessizce sinen yabancısıdır sanki. Babamın hararetli, keyifli pür dikkat dinlenen sohbetlerini ve ardından yükselen kahkahaları hatırlarım da anneminkileri hiç hatırlamam. Okulda, mahallede, arkadaşlık ilişkilerimizde yaşadığımız sorunlar ve haksızlıklar karşısında babamın nasıl hiddetlendiğini, müdahale ettiğini ve bizi kolladığını hatırlarım da anneminkini hiç hatırlamam. Arkadaşlarımın annelerinin nasıl da ‘panter’ gibi çocuklarının ardında durduğunu hatırlarım da annemi hiç hatırlamam.

Hiç unutmuyorum. İlkokuldayım. 7-8 yaşlarında… Bir arkadaşım üzerime atlamıştı ve ben kendimi korumak isterken, onun elini incitmiştim. Bir yandan hüngür hüngür ağlayıp bir yandan “görürsün sen” diyerek beni tehdit etmişti. Sonra da anasını-babasını getirmeye gitmişti.  Az sonra yanında 4, 5 arkadaşıyla geri geldi. Başıma gelecekleri anlamıştım ama gururuma yedirip oradan kaçmadım. Her biri bir taraftan saldırdı. Epey hırpaladıklarını hatırlıyorum. Ben yine sesimi çıkarmadım. Ta ki evin kapısına gelene kadar. Sonra öyle bir ağlamaya başladım ki neredeyse herkes başıma toplanmıştı. Babamın endişeyle bana ne olduğunu anlamaya çalıştığını hatırlıyorum. Ve öfkeden deliye döndüğünü. Ertesi sabah erkenden soluğu okulda, öğretmenler odasında almıştı. Annemin tepkisi neydi hatırlamıyorum.

Annem hep tepkisizdi. Babamdan gördüğü şiddete karşı da tepkisiz kalırdı.  Acaba diyorum bizler için en doğrusunun  sessiz kalmak olduğunu mu düşündü. Kavgayı büyütmemek, bizi üzmemek mi istedi. Keşke başka türlü davranabilseydi. Keşke babamın karşısına dikilecek cesareti gösterseydi. Keşke hakkını savunsa, evde onun da bir sesi ruhu olduğunu bize hissettirseydi. Keşke benim arkamda durabilseydi, yeri geldiğinde beni korumak için kavga edebilseydi. Keşke kalabalıkların en sessizi olmasaydı. Babama gelince onu sorgulamıyorum bile. Şiddeti haklı gösterecek hiçbir gerekçe olmadığını hepimiz biliyoruz. Ben aksine annemin neden ‘hayalet kadın’ olduğunu sorguluyorum. Benim bu kadar güçlü olmamda onun payı olduğu açık. Bunun için belki de teşekkür etmeliyim. Haksızlığa gelemeyişimi onun hakkını yok saymasında aramalıyım. Her türlü şiddet karşısında bu kadar hassas ve tepkisel oluşumu canı acıyan bir kadının sessiz gözyaşlarında aramalıyım. Belki her seferinde onun adına var olmak için haykırıyorum.  Belki onu içimde var edebilmek için daha güçlü haykırıyorum. Onun için de bağıracağım.

Çünkü bence asıl sorun; dominantlığın/egemenliğin ve şiddetin hakim olduğu yaşamlarımızda “kadın olarak” var olabilmek. Annem bu kadar güçlü olamadı. Var olamadı. Belki kız kardeşlerinden de bu yönlü destek de alamadı. Ve hep “hayalet anne, hayalet kadın” olarak kaldı.

Yine “hayalet kadın” olmamak için gücüm yettiğince çabalıyorum. Çabam; çamaşırlarımızın beyazlığının parmak ile gösterildiği hanımefendiler değil, “kadın” olarak iz bırakabilmek yaşamlarımızda kız kardeşlerimizle.

Ve yine çabam; yıllar sonra kızlarımız kız kardeşlerine mektup yazarlarsa bir gün, kadınların var olabilme mücadelesine sunabildiğimiz katkıları yazabilmeleri için.

Sevgili kızkardeşim; benzeri ya da farklı yaşanmışlıklar üzerinden benimle aynı duyguları paylaşıyor isen, zaten yollarımız bir gün bir yerlerde kesişecektir. Ve o zaman sesimiz daha da güçlü çıkacaktır.

Hazar Deniz