Kadın Cinayetleri ve Medya

Prof. Dr. Mine Gencel Bek

2017 yılının Ekim ayında kadın cinayetleri tüm dünyayla birlikte Türkiye’de de azalmak yerine artarak devam ediyor ve medyanın bu cinayetleri, cinayetleri işleyen erkeğin perspektifinden haberleştirmesi de buna eşlik ediyor.

Zaten bu ikisi bir bütün: Kadına yönelik şiddet, bunu haklılaştıran dil ve söylemlerden besleniyor. Yukarıdaki haberlerde gördüğümüz gibi, öldüren aşk ve saplantı. Eril cinsiyetçi kültür hem kurban ediyor hem de yeni kurbanların yaratılmasına zemin oluşturuyor.

Göçmen kadınlar da bu şiddetin nesnesi olmaya açık. Ölmek üzereyken tıbbi destek alamayan ve ülkesi Uganda’ya dönmek üzere havalimanına giderken yolda hayatını kaybeden Fatima’nın ölümü de aslında sıradan bir ölüm değil, cinayet. Gönderildikleri muhafazakâr, kapalı, farklılığa tahammülü olmayan küçük Anadolu şehrinden kaçıp İstanbul’a gelen, güvencesiz çalıştığı atölyelerde parasını alamayan, cinsel tacize uğrayan, ailesine para gönderebilmek için konsomatris olarak çalışmak zorunda kalan Fatima’nın ölümünde herkesi payı var, pek çok kadın ölümünde olduğu gibi. Sınır Tanımayan Kadınlar, Göçmen Kadınlarla Dayanışma Grubu üyesi Emel Coşkun’un Bianet’te yayınlanan yazısında (Coşkun, 2017: https://bianet.org/biamag/kadin/190486-fatuma-nin-olumu-siginma-rejiminin-siginmacilari-koruyamadiginin-kaniti), Fatima’nın öyküsünden hareketle, medyada göçmen kadınların haberleştirilmesine dair söyledikleri de maalesef çok yerinde:

“Camdan atılarak öldürülen Jesca Nankabirwa gibi, tecavüz edilerek öldürülen Violet Nantaba gibi, AIDS olduğu için bebeği ile gözaltında tutulan Amina Tou Cady gibi göçmen kadınlar ancak öldüğünde haberlere çıkıyor, ancak o zaman yaşamlarından haberdar oluyoruz… Fatima’nın ölümü, temel insan haklarına bile erişimi olmayan ve insani yaşam koşullarından uzak, sınırdışı edilme korkusuyla her şeye razı gelen göçmen kadınların hikayesinin özetidir… Temel haklara erişimleri engellenen ve erkek şiddetinin kolay hedefi haline gelen göçmen kadınlar ancak öldüklerinde haber oluyorlar.”

Türkiye, son yollarda artan dini otoriterleşme ve kadın düşmanlığıyla ve medyanın da doğrudan hükümetin aracı olarak kullanılmasıyla sicili en bozuk ülkelerden olsa da, diğer gelişmiş diye tabir edilen ülkelerde de, ABD’den Kanada’ya Avrupa’ya hem şiddet hem de şiddetin cinsiyetçi temsili devam ediyor. Kadınları ağırlıkla yok sayma, önemsizleştirme, olumsuzlama, kurbanlaştırma ya da suçlama şeklinde temsil eden medya, şiddet uygulayan erkeği de anormal, sosyopat, sapık, şeytan şekillerinde temsil ediyor (Cuklanz, 2006, s. 339-40). Kadına yönelik şiddet, ataerkil iktidar ilişkilerinin bir sonucu olarak görülmek yerine sanki ilk kez oluyormuş gibi haberleştiriliyor (Byerly ve Ross, 2006, s. 42-3). Sonuç olarak, bu hâkim durum, dünyayı çok tehlikeli bir yer olarak temsil eder, şiddeti gündelik hayatın kaçınılmaz bir parçası olarak sıradanlaştırır ve kadının toplumdaki eşitsiz yerini güçlendirir (Carter, 1998) Haberler, kadınlara nasıl davranmaları gerektiğini söylerler bir bakıma: Eğer kadın ”kurbanlar”, toplumsal normların ya da kabul edilebilir davranışların sınırının dışındaysa, şiddeti ”hak eder”. (Heidensohn’dan aktaran Morgan, 2006) Kadınlar, sıklıkla, ”tahrik edici” davranışlarından dolayı suçlanır. (Byerly ve Ross, 2006, s. 43) Eğer saldırıya uğrayan çocuk değilse, yaşlı değilse ve ruh hastası biri tarafından saldırıya uğramamışsa, o zaman alkollü olduğu, uyuşturucu kullandığı, yeterince dikkatli davranmadığı, geleneksel kadınlık rollerinin dışına çıktığı şeklinde onu suçlayan ifadeler gazetecilerin kendileri ya da başvurduğu kaynaklar tarafından dillendirilebilir. Saldırgan erkekler ise âşık olduğu, kendilerini tutamadıkları için mazur görülür ya da canavar, psikopat olarak temsil edilir. Bu ise normal, sıradan erkeklerin bu tip şeyler yapmayacaklarını, ancak canavar ya da manyakların yapabileceklerini ima eder (Meyers, 1997). “Kıskançlıkla bir boğa gibi öfkelenen koca” haberlerinde, erkeğin kontrol eksikliği haklılaştırılır: Şiddetin asıl nedeni, kadınların başka bir ilişkisinin olması, ”aşk üçgeni”dir ve dolayısıyla asıl suçlu kadındır. (Morgan, 2006) Şiddet suçlarının arasında sadece kadına yönelik şiddet suçunda ”kurban” suçlanır ve erkek saldırganların şiddeti gizlenir. (Lamb ve Keon’den akt. Mc Canus ve Dorfman, 2005, s. 47) “Bir kişinin neden soyguna uğradığını, örneğin, çok az kişi sorar.” (akt., Carll, 2003, s. 1602-3)

Meyers, temsilde hâkim olan ve dışlananları, toplumsal cinsiyetin yanı sıra, ırk ve sınıfı içeren siyah feminist paradigmaya dayanarak analiz ederek, ne ölçüde sınıfın, ırkın ve toplumsal cinsiyetin etkili olduğunu araştırır ve sonuç olarak, Afrikalı kadınların haberlerde suçlandığını ve kendilerine uygulanan şiddetin ciddiyetinin azaltıldığını ortaya koyar. (Meyers, 2004) Siyah kadınların ya da işçi sınıfından kadınların, beyaz orta sınıf kadınlar kadar olumlu çerçevelenmediği başka araştırmalarda da ortaya çıkan bulgulardan birisidir. (Byerly ve Ross, 2006, s. 43; Cuklanz, 2006, s. 338-9) İsveç medyasına dair bir araştırmadaysa, olayın derinliklerine inmek ve bütünlüklü bir resim sunmak gibi bir amaç taşımadan, diğer şiddet biçimlerinden farklı bir şekilde, medyanın ”namus cinayetleri”ne odaklanarak göçmen kadınları mağdur olarak göstermesi eleştirilir. Çünkü bu temsiller, İsveç toplumunda yaşayan Müslümanlarla ilgili ”biz” ve ”onlar” ayrımının güçlenmesine hizmet eder. (Rizvi, 2006, s. 232-3) Rizvi’nin An’aim’den aktardığı gibi, ”Cinsiyete dayalı ayrımcılığı önlemeye çalışırken ırk, din, dil veya etnik köken temelinde bir ayrımcılığa başvurmamak gerekir.” (akt. Rizvi, 2006, s. 236)

Daha önceki bir yazıda (Gencel Bek, 2012) uzunca tartıştığım “Neden böyle?” sorusunu şöyle cevaplamıştım: “Mesele her bir üreticinin (gazeteci, köşe yazarı, dizi senaristi, yönetmeni, TV program sunucusu, yönetmeni vb.) bilmemesinden, bilmediği için yanlış yapmasından kaynaklanmıyor. Birinci neden, halihazırdaki hâkim ekonomi-politik yapılanma. Dolayısıyla daha eşitlikçi, insani temsiller, çalışma koşulları ve başarı kriterleri ancak çok satma ya da reyting için sansasyonelliği, yüzeyselliği, dramı kullanan vahşi rekabete dayanan neo-liberal ekonomi-politik yapılanmanın dönüşümüyle mümkün olabilir. İkinci olarak da yaygın meslek anlayışının ve ilkelerinin sorgulanarak gözden geçirilmesi gerekiyor… “Haber değeri”, “haber kaynakları” ve meslek pratiklerinin aile içi şiddet olaylarının seçilmesinde/seçilmemesinde ya da inşa edilme biçimlerinde büyük önemi var. Üçüncüsü, dar olarak sadece aile içi şiddet konusunda eğitim programları düzenlenmesiyle yetinilmemesinden, çalışanların genel olarak toplumsal cinsiyet duyarlılıklarının artırılması, ataerkil değerler konusunda bir farkındalık yaratılmasından geçiyor”.

Son sözler de şunlar olsun: Her ne kadar yazıda ağırlıkla fiziksel ve cinsel şiddet üzerinde vurgu yapılsa da, aslında fiziksel boyut içermeyen farklı şiddet biçimlerine karşı da her zaman teyakkuz halinde olmakta yarar var. Çalışıp çalışmamamıza ya da nerede, nasıl çalışacağımıza ve paramızı nasıl harcayacağımıza müdahele etmek ya da dış görünüşümüz vb. başta olmak üzere hakaret, alay gibi formlarla karşımıza çıkan, itibarsızlaştırma içeren, kiminle görüşüp görüşmeyeceğimize, sosyal medyayı nasıl kullanacağımıza varana dek çeşitli biçimlerde yönelen psikolojik şiddete karşı da dikkat etmek ve bunlara izin vermemek gerekir. Bu saydıklarım haber değeri olmadığı için, kan ve son dakika içermediği için sıklıkla haber gündeminde yer almıyor. Bu zorlu yolda, görünür ve görünür olmayan şiddet biçimlerine karşı yalnız düşmeden, kadın örgütlenmelerinden güç alarak, dayanışarak mücadele etmek çok önemli.

Kaynakça

Byerly, C. M. ve K. Ross (2006) Women and Media, A Critical Introduction, Malden: Blackwell.

Carll, E.K. (2003) “News Portrayal of Violence and Women: Implications for Public Policy”, American Behavioral Scientist, sayı: 46 (12), s. 1601-10.

Carter, C. (1998) “When the ‘Extraordinary‘ Becomes ‘Ordinary‘, Everyday News of Sexual Violence”, News, Gender and Power, der.C. Carter vd., , Londra: Routledge.

Cuklanz, L.M. (2006) “Gendered Violence and Mass Media Representation”, The Sage Handbook of Gender and Communication, der. B.J. Dow ve J. T. Wood, s. 335-53, London: Sage.

Gencel Bek, M. (2012) “Ataerkillik, Piyasa ve Mesleki Değerler: Medyada Aile İçi Şiddetin Temsili ve Üretim Pratikleri”. (ed.) Serpil Sancar. Birkaç Arpa Boyu…21. Yüzyıla Girerken Türkiye’de Feminist Çalışmalar. Prof. Dr. Nermin Abadan Unat’a armağan. İstanbul: Koç University. 649-678

Meyers, M. (1997) News Coverage of Violence Against Women, Engendering Blame, Londra: Sage.

Meyers, M. (2004) “ American Women and Violence: Gender, Race, and Class in the News”, Critical Studies in Mass Communication, sayı: 21 (2), s. 95-118.

Morgan, K. (2006) “Cheating Wives and Vice Girls: The Construction of a Culture of Resignation”, Women’s Studies International Forum, sayı: 29 (5), s. 489-98.

Rizvi, J. (2006) “İsveç Toplumunda Namus Adına Uygulanan Şiddet: İsveç Deneyiminden Alınabilecek Dersler”, Namus Adına Şiddet, Kuramsal ve Siyasal Yaklaşımlar, der. S. Mojab ve N. Abdo, s. 225-38. İstanbul: Bilgi Üniversitesi.

 

, ,