Taciz karşısında feminist dayanışmayı nasıl büyütüyoruz?
Duyanlar duymayanlara kısaca aktarsın: Hasan Ali Toptaş, yazar, tacizden ifşa edildi. Leyla Salinger adlı Twitter hesabının “Bu adamın ifşalanmasını heyecanla bekleyen kaç kişiyiz?” sorusuyla başladı her şey. Tacize uğradım demek kolay değil. Sosyolojik ve psikolojik sebepleri var tabii ki bu zorlukların. Kadınların her daim suçlanmasının ya da aileden ve arkadaş çevresinden dışlanma korkusunun rolü büyük.
Kaç kişiyiz sahiden tacize uğramış bir kadının yanında durabilen? Ya da doğru soru, kaç kişi tacize uğrayan kadınla birlikte tacizcinin karşısında durabiliyor? Tacizciyi aklamaya çalışmadan, AMA demeden, BELKİ diye düşünmeden?
Yıllar önce bir adamla görüşüyordum. Uzun flört döneminin sonuna gelip yollarımızı ayırdığımızda haberi geldi. Bizi bir galeride görmüşler. Beni hiç tanımayan bir kadın, ortak arkadaşlar üzerinden haber yollamış, o adam beni taciz etti, dikkat etsin. “Ne yapacağım? Ben bu bilgiyle ne yapacağım?” Adamla zaten görüşmeme kararı almışım. Peşine düşmedim. Ama unutmadım. Aylar sonra adamla yolda karşılaşıp bir kahve içmeye oturduk. Lafı dolandırmadım. “Şu kadını tanıyor musun?” Tanıyordu. Evet, aralarında bir şeyler yaşanmıştı, ama taciz etmemişti. Yani zaten flört ediyorlardı. Öpmek istemişti. Kadın hayır dediğinde naz yapıyor sanmıştı. İtiraz ettim. “Hayır demek hayırdır!” Artık o da biliyormuş. O zamanlar cahilmiş, şimdi öğrenmiş. Hem kadınla daha geçenlerde karşılaşmışlar, konuşmuşlar, özür dilemiş. Doğrulatamıyorum. Kadının bu konuyla ilgili ne düşündüğünü, bu haberi bana gönderirken benden ne yapmamı istediğini bilmiyorum. Zaman geçiyor, hayat akıyor ve bir akşam kadınla denk geliyor yollarımız. Başta hiç renk vermiyor. Konuşmalardan yavaş yavaş parçaları birleştiriyorum. Birkaç soru sorunca söylüyor. Beni korumak için tacize uğradığını açıklayan kadın, haberi kendisinin yolladığını benim yüzüme söyleyemiyor. Belki de benim onu yargılamamdan korkuyor. “Sen kim bilir ne yaptın da adam peşinden geldi?” Sahi, duymuş mudur bunu hiç? Ben olanı anlatıyorum ona. Adamla yüzleştiğimi, pişman göründüğünü söyleyip özür vakasını soruyorum. İyi ki açık açık soruyorum, çünkü dilememiş. Evet, karşılaşmışlar, ama adam onu hatırlamıyor numarası yapmış. Hem tacizci hem de yalancı! Konu nasıl oluyor da kapanıyor hatırlamıyorum sonrasında, ama soramıyorum. “Şimdi ne yapacağız?” Bir daha da denk gelmiyoruz. Adamsa zırt pırt arıyor. Artık dayanamıyorum, adama gidip yalanını yüzüne vuruyorum bu sefer. Üzgün ve pişman olması dışında elle tutulur hiçbir şey söyleyemiyor. Bana da gelenler geliyor. Artık adamın ismi nerede geçse söylüyorum. “Tacizciymiş o.” Hikâyeyi duyanlar adamla yüzleşmeme şaşırıyorlar en çok. “Nasıl sorabildin?” Beni de bu soru şaşırtıyor. “Başka ne yapabilirdim ki?” Nasıl duymazdan gelebilirdim? En hafif ifadesiyle, bir kadının bedenine, kadının rızası dışında, elini uzatmış. İnsanlar bir de en çok hikâyedeki kadının kim olduğunu merak ediyorlar. Oysa ne alâkası var? Sen, ben, Ayşe, Pelinsu ya da Helga. Evet, kişisel olan politiktir, ama politik mücadelenin özneleri sizin gıybet kahvenizin tatlandırıcıları değillerdir.
Toptaş’ın ifşa edilmesiyle birlikte #MeToo hareketi Türkiye’nin medya sektöründen sonra edebiyat dünyasını ayağa kaldırdı. Editör, yazar, yayın yönetmeni kadınlar anlatıyor. Bir değil üç değil derken, Hasan Ali Toptaş özür metni açıkladı ve tabii ki “hatalıyım” dedi. Kadınları taciz ettiğini kabul ettiğine göre “suçluyum” demesi gerekiyordu. Oysa o suçu “eril failliğe” yükledi. Eril faillik ne ayol? Kadınların beyanlarının duymazdan gelindiği, erk sahiplerinin birbirlerini korudukları sosyo-ekonomik-politik düzendir o. Korkma, ataerkil toplum de sen onun adına.