Avrupa sığınmacı sorununa kalıcı ve acil çözüm bulmalı!

11156148_10203936240034744_7508738758260340104_n

Avrupa ülkelerinde bu hafta gündemin ana maddesi sığınmacılardı. AB’nin sığınmacıların Avrupa ülkelerine dağıtılmasıyla ilgili sayıları açıklaması, bazı ülkelerin buna uymayacaklarını bildirmesi başta Almanya ve Fransa olmak üzere ‘Çok sığınmacı aldıklarını’ iddia eden ülkelerin tepkisini çekti. Almanya’da hükümet, sığınmacı politikasını sertleştiren kararlar alırken halkın sığınmacılarla dayanışmasının ardına saklandı. Aslında Alman sermayesi ve politikacıları kendi deyimleriyle işe yarayan, Alman ekonomisine katkı sunacak özellikte sığınmacılar istediklerini açıkça bildirdiler. Fransa’dan çevirimiz Avrupa’nın değişik ülkelerinden gazetelerin Avrupalı politikacılara ‘Sığınmacı sorununu çözmek için hızlı ve büyük adımlar atın’ başlıklı uyarısı. İngiltere’den ise parlamentoda IŞİD’in bombalanması ile ilgili tezkere ve hükümetin, sermayenin beklentileri üzerine.

Evrensel’de yayınlanan bu çevirileri biz de sizlerin ilgisine sunuyoruz.

AVRUPA HEM ÇOK AZ HEM DE ÇOK GEÇ HAREKETE GEÇİYOR

İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana dünya hiç görülmedik bir düzeyde mülteci krizi yaşıyor. Suriye savaşı bu yıl beşinci yılına girdi ve sayısı artan göç ettirilmiş bir insan kitlesi yardım ve koruma bulabilmek için yüzünü bizim kıtaya döndürmüş durumda. Sayısı artan miktarda insan, savaş ve baskılardan kaçabilmek için başvurdukları çaresiz denemelerde ölümü buluyor. Ona rağmen, aylar birbirlerini takip etmesine rağmen, Avrupa hem çok az hem de çok geç harekete geçiyor. Bu mülteciler, büyük bir insani felaketi temsil ediyorlar, harekete geçmeyi reddetme ise derin bir siyasi krizi ifade ediyor.
Tarihimizdeki karanlık sayfalara rağmen, Avrupa bugün dayanışma, eşitlik ve özgürlük ilkelerine dayalı bir kıta olduğunu göstermeli. Gelecek 14 Eylül günü, Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin bakanları bu krize çözüm bulabilmek için Brüksel’de bir araya gelecekler. Bugün biz, Avrupa’nın en temel gazeteleri, birleşiyoruz ve siyasi yöneticilerimizi, bu insani trajedinin çözülmesi ve yeni canların kaybedilmemesi için bu fırsatı kullanmaya çağırıyoruz. Siyasi yöneticilerimize aşağıdaki çağrıyı yapıyoruz:
Mültecilerin hayatlarını tehlikeye atmadan, Avrupa’da iltica başvurusunda bulunmaları için basit, güvenlikli ve pratik çözümler bulunması. Bu yöntem, insan kaçakçılığını bitirmenin, hayatını kaybeden ya da yaralananların sayısını indirmenin en iyi yöntemidir.
Mülteci ve göçmenlerin ilk önce geldikleri Avrupa’nın sınır ülkeleri ile daha ilerden dayanışma sağlamalı, buralarda güvenlikli, onur kırmayan ve koordineli bir karşılama sistemi hayata geçirilmeli ve iltica başvurularını hızlı ve doğru bir şekilde incelemeyi organize etmeyi öngörmeli.
Avrupa’ya ilk girdiğin ülkeye tekrar göndermeyi zorunlu kılan Dublin Anlaşması’nı erteleme ve kıtamıza kalabalık mülteciler geldiği sürece bunun hayata tekrar geçirilmemesi sağlanmalı.
AB’ye üye ülkeler içinde mültecilerinin daha eşit bir dağılımı desteklenmeli. Tüm Avrupa ülkeleri bugüne kadar olandan çok daha ileri bir şekilde yerleştirme programına katılmalılar. Antonio Guterres, Birleşmiş Milletlerin Mülteciler İçin Yüksek Komiseri, Avrupa’nın 200 bin mülteciyi karşılamasını önerdi. Tartışmalar için bu sayı başlangıç noktası olabilir.
Suriye savaşından etkilenen Ortadoğu ülkelerine daha fazla mali ve insani yardımda bulunmalı. Yardım planı sadece acil beslenme, içilir su ve ilaç ihtiyacını gidermeye yönelik olmamalı ve bölge topluluklarının yeniden hayat kurabilmeleri için Avrupa birliğini sorumluluk altına almalı ve böylelikle Ortadoğu halklarına kendi ülkelerinde kalarak daha iyi ve daha güvenilir gelecek umudunun oluşmasına katkı sağlanmalı.
İran, Rusya, Suudi Arabistan, Türkiye ve ABD gibi uluslararası düzeyde anahtar roldeki diğer aktörleri, Suriye savaşının taraflarının bir araya getirecek ve BM’nin önderliğinde bir müzakere sürecinin başlatılması için baskı yapılmalı.
Yöneticilerimiz, ortak Avrupa uygarlığımıza dayatılan bu sınavdan başarısız çıkmamak için daha cesaretli ve anlayışlı davranmalılar. Harekete geçmeliyiz ve acil harekete geçmeliyiz.
Antonio Cano “El País” (İspanya) ,Oliver Duff (İngiltere) Jan Helin “Aftonbladet” (İsveç) Johan Hunfnagel ve Laurent Joffrın “Libération” (Fransa), Christian Jensen “Information” (Danimarka), Annab Jenssen “Morgen bladet” (Norveç), Matu Kostoln “Denník N” (Slovakya), Ezio Mauro “La Repubblica” (İtalya), Adam Michnik “Gazeta Wyborcza” (Polonya), Andras Muranyi “Népszabadság” (Macaristan) Andreas Paraschos “Kathimerin” (Kıbrıs), Amol Rajan “The Independent” (İngiltere), Bernd Ulrich “Die Zeit” (Almanya).

(Çeviren : Deniz Uztopal)

‘EKONOMİK SIĞINMACI’LARA ÖVGÜ

Ralph BOLLMANN
Frankfurter Allgemeine Zeitung

Daha iyi bir yaşam için Almanya’ya gelen sığınmacılar iltica tartışmalarının nefret edilen kişileri olmaya devam ediyor. Halbuki yüzyıllardan beri göçün ana nedenlerinden biri daha iyi bir yaşam isteği değil miydi? Almanlar da ekonomik nedenlerle göç etmişlerdi. Hem de yalnızca Amerika’ya değil dünyanın her yerine.
Almanya’da hiç sevilmiyorlar. Yabancı düşmanları onlardan nefret ediyor. Sığınmacılara gönülden yardım edenler onları seviyor. Politikacılar onları gerçek ihtiyacı olan sığınmacılara yer kalsın bahanesiyle hemen sınır dışı etmek istiyor. Onlar ekonomik nedenlerle ülkemize sığınanlar. On yıllardır iltica tartışmalarının şamar oğlanları olarak ortaya sürülüyorlar.
Ekonomik nedenlerle ülkeye gelmenin kötü yanı ne olabilir ki? Yoksullukta, açlıktan kaçmak, daha iyi yaşam koşulları için yola çıkmak insanoğlunun var olalı yaptığı birşey. İnsan haklarının en doğallarından olan ‘mutluluk için çabalamak’ neden kötü olsun? Ekonomik nedenlerle bir ülkeye gitmek ya da gelmek eskiden çok doğal bir şeydi. İltica hakkı, iş gücünün serbest dolaşımının epeyce kısıtlandığı 19. yüzyılda, o da yoksullar da bu haktan nasiplensin diye ortaya çıktı.
Ekonomik nedenlerle sığınanları, savaştan, işkenceden, ölümlerden kaçanlarla aynı kefeye koymamak için ekonomik sığınmacı kavramı ortaya atıldı. Almanya’da nedense tertemiz ve hiçbir maddi yardım almadan yaşayabilecek sığınmacılar isteniyor. İltica başvurusunda bulunmak ve iltica hakkına sahip olmak sanki Almanların bir lütfu gibi gösteriliyor.
İdeal sığınmacı ülkesindeki rejimle başı belada olan başarılı bir doktor olmalı mesela. O, burada kıytırık sosyal yardım alarak veya kiralık işçi olarak çalışarak yaşamını sürdürebilmeli. Bunu yapabiliyorsa, yani ülkesinde doktorken burada en pis işlerde çalışabiliyorsa sınavdan geçmiş demektir, gerçek bir sığınmacı olduğuna inanabiliriz. Eskiden sığınmacıların kapitalizmin nimetlerinden yararlanmak için Almanya’ya gelip gelmediği Almanya’ya ekonomik zarar vermesin diye çalışma yasağı getirilerek test ediliyordu. Bu yasağı getirenler şimdi de ‘sosyal sistemimize göçten söz etmekteler.
Tabii ki savaştan veya bir diktatörden kaçarak iltica edenlerin değeri farklı ama bunu araç haline getirip diğer sığınmacıları aşağılamak sadece ahlaki açıdan sorunlu olan birşey değil. Gerçeğe uygun olmayan nedenlerle bir grup insanı ötekileştirmek ulusal çıkarlarımıza da ters.
Soğuk savaş döneminde Doğu Almanya Cumhuriyeti’nden kaçanları, ekonomik nedenlerle batıya geldiniz diye geri göndermek ya da aşağılamak hiç kimsenin aklına gelmezdi. Tam tersine doğuda kot pantolon veya kaliteli beyaz şarap olmaması rejimin insanlık düşmanı olduğuna kanıt olarak gösteriliyordu, kaçanlar sevgiyle karşılanıyordu.
Şimdilerde Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) üyesi bir poiltikacı, Almanya’nın işe yarayan göçmene ihtiyacı olduğunu söyledi. Bu aralar yaptığımız ise tam tersi. İnsani nedenlerle iç savaştan kaçan çok sayıda sığınmacı ülkemize geliyor. İltica yasasıyla onların çalışma haklarını minimuma indirmiş durumdayız yani ekonomik açıdan işimize yaramayacaklar. Balkan ülkelerinden gelen ve çalışma hakları olan ‘İşe yarayan’ ekonomik sığınmacıları ise asalaklar olarak damgalayıp sınır dışı ediyoruz…
Ülke çıkarlarını düşünüyorsak şunu açıkça söylemeliyiz: Daha fazla ekonomik sığınmacıya ihtiyacımız var!

(Çeviren: Semra Çelik)

BATI’NIN BOMBALARI IŞİD’İ ÇÖKERTMEZ

Seumas Milne
The Guardian

Eğer İngiltere’de milletvekilleri Suriye’ye askeri saldırıyı onaylarsa, hem savaşı büyütmeye hem de mülteci krizini yoğunlaştırmaya oy vermiş olurlar.
Arap ve Müslüman ülkelerde facialar olunca, Batı’nın cevabı her zaman bomba yağdırmak oluyor. Avrupa’daki mülteci krizi Suriye’deki iç savaşın ciddiyetini tekrardan hatırlatınca, İngiltere ve Fransa’nın başbakanları soruya aynı cevabı verdi. İngiltere Başbakanı David Cameron uzun zamandır Suriye’de IŞİD’e karşı hava hareketi için parlamentoda yeni bir oylama yapılması için baskı yapıyor.
Üstelik Canterbury’nin başpiskoposu ve dünden razı Murdoch basını da bu yönde destek sunuyor. George Osborne’da mülteci sorununa kökten çözüm için “kötü Esad rejimine” karşı saldırıyı desteklediğini söyledi. Fransız Cumhurbaşkanı, François Hollande, Irak üzerinden Suriye’ye hava saldırılarını genişletmek istediğini söylerken kendi halkına olası bir terör saldırısı riskinin yükseldiği bahanesini kullandı.
Atlantik Okyanusu’nun iki tarafında da ılımlı muhafazakarlar ve liberal müdahalecilikten yana olanlar uçuşa yasak bölge kurmak ve asker yollamak için çağrı yapıyorlar. Sağcı tutumlarıyla bilinen “The Sun” gazetesi bile “Aylan İçin” […] başlıklarını kullanarak savaşın yoğunlaştırılması için çağrı yapıyor ve İşçi Partisinin başkan adaylarını hava saldırılarını hemen desteklemedikleri için “korkaklıkla” suçluyor.
İngiliz Başbakanı o kadar hevesli ki Suriye’yi bombalamaya, İngiliz insansız hava araçlarının geçtiğimiz ayda iki Britanyalı IŞİD üyesini Rakka’da öldürdüklerini açıkladı. Cameron ülkeyi savunma adına bu harekatın gerçekleştirildiğini ve öldürülen cihatçılardan bir tanesinin İngiltere’ye yakın zamanda bir terör saldırısı planladığını iddia etti. Saldırıların hedeflediği etkinliklerin tarihlerinin geçmiş olması bu iddianın saçmalık olduğunu gösteriyor. Fakat İngiltere yasa dışı cinayetler işleyerek ABD ve İsrail’in izini sürüyor. Bu tür ölümler 14 yıldır devam eden “teröre karşı savaş’ın” bir parçası haline gelmiş durumda.
ABD’nin bu yöntemleri aralarında sivillerin olduğu binlerce ölüme yol açtı. Güvenilmez istihbaratlar ve hedeflerin kim olduklarını belirleme yerine şüpheli davranış biçimleri üzerinden yapılan saldırılar mücahitlerin yanı sıra yüksek sayıda suçsuz insanı öldürdü veya yaraladı. Pakistan’dan Yemen’e kadar, ABD insansız hava araçları el-Kaide ve Taliban için büyük bir çekici unsur oldu ve kadro sağladı.
Yıllardır süren insansız hava araçları saldırılarından sonra Taliban, Afganistan’da halen başını almış gidiyor ve el Kaide Yemen’de gittikçe gelişiyor. Üstelik İngiltere’nin insansız hava aracının Suriye’ye saldırması, ağustos 2013’te İngiliz parlamentosunun askeri saldırıyı ret kararını yerle bir ediyor […]
Ama İngiliz pilotlar ABD’nin Suriye’deki bombalı saldırılarına da katkıda bulunuyor. Yani belli ki demokratik kararların pek bir hükmü yok. Yasal gereklilikler de göz ardı ediliyor, çünkü Suriye sınırları içerisinde Şam’dan izin almadan veya direkt risk (Ki böyle bir şey yok) tespit edilmedikçe askeri müdahale için yasal bir temel yok.
Her neyse, ABD’nin başını çektiği IŞİD ve Suriye’ye karşı hava saldırıları bir işe yaramıyor. Sözde binlerce IŞİD savaşçısı öldürüldü, tabii yüzlerce sivil ile beraber. Fakat hava saldırılarından bir sene geçmiş olmasına rağmen, bu terör örgütü (IŞİD) olduğu bölgede hükmünü genişletti.
Kara hareketi olmadan hava hareketi ile bir savaş kazanılamaz. Suriye açısından kara hareketi için seçenekler Suriye’de Esad güçleri veya Körfez rejimleri tarafından desteklenen radikal islamcı el Kaide bağlantılı el Nusra adı altında Fetih Ordusu. Bunlardan hangilerini tercih ediyor acaba Batı güçleri? Kendilerinin desteklediği isyancılar tamamen marjinal.
Irak ve Afganistan’dan da bildiğimiz gibi Batı’nın asker göndermesi işgalci güçlere karşı bir savaş yaratır. Arap ve Müslüman ülkelerinde felakete yol açan askeri müdahalelerden sonra, halen bomba talep edilmesi şaşırtıcı. […] Savaş yanlıları ısrarla yeterince askeri müdahale olmadığı konusunda ısrar ediyorlar; ‘Eğer ABD ve ittifak ülkeler Suriye’yi 2011’de istila etseydi veya 2013’te bombalasaydı savaş Noel tatiline kadar bitmiş olurdu tabii.’
Gerçek şu, bu müdahaleler olsaydı, Suriye’de ölü sayısı çok daha yüksek olurdu, üstelik Suriye’nin güvenlik güçleri Irak’tan çok daha güçlü. En tuhaf olanı halen Batı’nın Suriye’ye müdahale etmediği iddiası.
Aslında ABD, İngiltere, Fransa ve bölgedeki müttefik ülkeler sürekli müdahalede bulundu ve durmadan isyan eden kuvvetlere eğitim ve silah sağladı. Bunu yaparken de bu grupların çoğunlukla aşırı sekter oluşumlar olduklarını biliyorlardı. ABD bununla ilgili istihbarat raporlarını sızdırmıştı.
Eğer İngiltere başbakanı iki yıl önce parlamentodan tezkere için onay alsaydı Suriye’de en kazançlı IŞİD olurdu. Gelecek ay tezkere oylamasıyla bunu bir daha deneyecek ve bu sefer terör estiren grubun uyguladığı kanlı şiddetten yararlanmayı umuyor. Bakanlar da biliyor ki İngiltere’nin hava saldırıları IŞİD’i çökertmez ve ABD’nin stratejisine pek büyük bir katkı sunmaz. Bu tezkere sinsi bir siyasi hamle olacak. Muhalefette olan İşçi Partisini bölmek için kullanılacak ve ABD’nin savaşıyla büyük bir emperyalist güç olunduğu kanıtlanmaya çalışılacak . Üstelik bu yolla Orta Doğu’daki savaşa son verilmeyecek. Eğer milletvekilleri Suriye tezkeresine onay verirlerse, oylarını savaşı ve mülteci sorununu derinleştirmek için kullanmış olacaklar.
Çatışmayı durdurmanın tek yolu bölgedeki bütün güçleri kapsayacak bir anlaşmayı sağlamaktır. Suriye’de yıllardır taşeron bir savaş oldu, İran ve Rusya Esad rejimini Körfezin diktatörlerine karşı koruyor, Türkiye ve Batı güçleri de yığınlarca farklı muhalefet grubuna destek veriyor. Geçen aylarda büyük aktörlerin arasındaki müzakere hareketlendi ve bir anlaşmaya doğru gidiliyor.
Ama savaş alanı müzakere masasında baskı unsuru yapılıyor. IŞİD bölgedeki savaş ve mezhep çatışmalarından faydalanıyor. Bu çatışma ortamı sonlandırıldığında IŞİD marjinalleşecek ve sonunda mağlup olacak. Bunu elde etmek için Batı ülkelerinin Körfez’deki müşterilerine baskı uygulaması gerek, daha fazla hava saldırısı yapılması için baskı yapmaması gerek.
Mülteci sorununun sadece Suriye içinde çözülmesi gerektir, bu doğru ama bu barışı sağlamakla mümkün, Batı’nın yürüttüğü savaşla mümkün değil.

Çeviren: Çınar Altun

Kaynak: www.evrensel.net

,