Pelin Sener
Adresim Ayakkabılarım, ABD’yi boydan boya grev grev, direniş direniş dolaşarak koca bir ömrü işçi sınıfının örgütlenme ve hak mücadelelerine adamış bir kadının hayatını anlatıyor. Kitabı çeviren Müslime Karabatak sorularımızı yanıtladı.
Patronlar Amerika’nın ’’en tehlikeli kadını’’ diye anıyordu Jones Ana’yı. Gerçekte kimdi Jones Ana?
Gerçek adı, Mary Harris Jones. 1871 yılından ölümüne (1930) kadar ABD’de sendikal örgütlenme yapan bir kadın. Çocuklarını ve eşini salgın hastalıkta kaybettikten sonra tanıştığı işçi sınıfı mücadelesini yaşamının sonuna kadar hiç bırakmamış. Çevresinde gördüğü haksızlık ve eşitsizliklerin temelinde iki karşıt sınıfın çatışması olduğunu yaşamı boyunca deneyimlemiş ve bu haksızlık ve eşitsizlikleri yenmek için de en öz işi kendine görev bilmiş: İşçilerin örgütlemesi. ABD’de boydan boya madenler ve tekstil fabrikalarında dolanırken, işçilerin “Jones Ana”sı oluyor, haliyle de patronlar için “Amerika’nın en tehlikeli kadını”. Jones Ana da bu iki sıfatı yakasında rozet gibi takıyor. ☺
Kitabın adı da cuk oturmuş. Adresim ayakkabılarım.
Hangi örgütçünün adresi ayakkabısı değildir ki? Bugün de baksak, ülkenin dört bir yanını dolaşırlar, hatta yetmez, göçmen geldikleri yerlerde sürdürürler örgütlemeyi. Düzeni bozuk yerlere yerleşmeyi değil, düzeni kurmak amacıyla dört elle sarılırlar ne yapmak gerekiyorsa…
Sen en çok hangi anılardan, nelerden etkilendin?
Ben bütün olarak, Jones Ana’nın olayları iyi analiz edebilme yeteneğinden etkilendim sanırım. Eğer bir örnek vermek gerekirse, 1 Mayıs’ın da çıkış hikayesi olan Haymarket katliamını anlattığı kısım geliyor aklıma ilk olarak. Halkın içinde olduğu sefalet, işsizlik, soğuk kışta çıplak ayaklar, ekmek kuyrukları… Diğer yandan, liman ve demiryolu işçilerinin grevleri, 8 saatlik iş günü talebi yükseliyor. Patronlar tüm güçleriyle bu grevleri engellemeye çalışıyor, işçileri hainlikle suçluyorlar. Bilindik hikâye yani… Ama tam da bu sırada, işçileri örgütlemeye çalışan grupların içinde, işçilerin en can alıcı ve acil sorunlarından çok daha genel vaazlarla işçileri harekete geçiren anarşistler var. Ve bu, patronların tam da istediği şey aslında. “Ülkeyi bölmeye çalışıyorlar” propagandasına bir nevi su taşıyorlar. Jones Ana şunu söylüyor: “Bence bu yürüyüş anarşistler tarafından yapılan çılgınca bir hareketti, çünkü durumu daha da kötüleştirdi. Aslına bakacak olursak, bu yürüyüşün işçiler üzerinde hiçbir eğitici etkisi olmadı ve işverenlerin korkularının artmasına, polislerin daha da vahşileşmesine ve halkın işçilerin gerçek sorunlarına daha az sempati duymasına neden olmaktan başka bir işe yaramadı.”
Bu bakış açısı çok değerli. Sadece “ne yapmalı?” değil, “neden, ne zaman ve nasıl yapmalı?” sorularına cevap veriyor sanki çoğu örgütleme hikayesinde de. Böyle bir okumayla çok daha etkileyici oluyor Jones Ana’nın yaşadıkları ve yaptıkları.
Süpürgeli eylem de pek hoş. Süpürüp atsak taleplerimizin karşısında duranları…
Kesinlikle! Kadınların eşlerinin grevine destek hikayesiydi o. Kadınların ellerine bugün bile yapışıp kalmış süpürge, paspasların birer eylem aracına dönüşme hikayesi.
Madenciler bile artık yorulmuş aylarca süren grevden. Grevin kazanılması için, grev kırıcıların engellenmesi gerek ki, patron mecbur kalsın anlaşmaya. Jones Ana, örgütlediği kadın grubunun içindeki en lider görünümlü bir kadını seçiyor. O kadının liderliğindeki eylemci kadın komitesine net bir görev veriyor: Grev kırıcıların madende yük taşımada kullandıkları katırları, leğenleri tokmaklayarak korkutup kaçırmak, grev kırıcıları da bir güzel pataklamak ve işi durdurmak. Kadınların bu eylemiyle, hava değişiyor. Artık grev kırıcı sokulmuyor madene, süpürgeleriyle kadınlar nöbete duruyor her gün… Ta ki grevi kazanana kadar…
Muhteşem bir plan! Rastgele ortaya karışık, bol sloganlı eylem koymuyor yani, çözüme yönelik adımların atıldığı örgütlü bir eylem planı veriyor işçilere. Tabi ki, bugün paspas alıp grev kıranları dövelim çıkmasın bu hikâyeden. ☺ Taleplerimizi, karşısında duranları, kendimizi, ve taleplerimizi nasıl gerçekleştirebileceklerimizi değerlendirip uygun adımlar atmak… O zaman taleplerimizin karşısında duranları büyük bir güçle süpürüp atabiliriz biz de…
Yüz yılı geçkin bir süre önce kadınların, işçilerin, çocukların talepleri için mücadele bugün açısından bize nasıl referanslar oluşturuyor? Neler, hangi durumlar açısından önem taşıyor, geçmişle bugün ve gelecek arasındaki bağı kurmamıza nasıl vesile oluyor?
Ücretli hastalık izni, ücretli izin, hastalık sigortası, bonuslar, insanca çalışma koşulları, 8 saatlik çalışma günü, öğle yemeği molası, emeklilik hakları, annelik ve babalık izinleri, çocuk işçiliğin yasaklanması… Bugün dünyanın birçok ülkesinde kullandığımız, diğer yandansa patronların ve devletlerin ilk fırsatta geri almaya çalıştıkları bu haklar yaklaşık 200 yıldır işçilerin bir araya gelip toplu güçlerini sendika olarak kullanmaları sonucunda kazanılmıştır. Hem de işçilerin dişlerini tırnağına takarak, ne kanlar dökülerek! Jones Ana’nın otobiyografisi işçi sınıfının bu kanlı, kayıp ve kazanımların gelgitler yaptığı tarihinden bir kesit.
Bugün bile o yılların mücadelesi olan 8 saatlik iş gününe her işçi sahip değil. Çocuk işçilik ilk fırsatta karşımıza çıkıyor, çok uzak değil, Türkiye’de, ya da Avrupa bile staj adı altında.
Demek ki, o verilen mücadelelerle aldığımız bu haklar, biz koruyamadığımız zaman kaybolacak cinsten. Yüzyıllık kazanımlarımızı koruyacak olan, daha iyi ve güvenceli hakları kazanmak için yapacağımız doğru proaktif ataklar, saldırılardan sonraki reaktif yaklaşımlar değil. Yeni haklar, mevziler kazanmak için ataklar… Tıpkı satranç gibi. Sadece defans yaparak oyun kazanılmıyor ne yazık ki, köşeye sıkıştıkça sıkışıyoruz ve sonunda yeniliyoruz. Sürekli saldırıya karşı adım atar halde olduğumuz ve bunu bile yavaş yaptığımız zaman kayıplar üstüne kayıplar yaşamamız işten bile değil. Sadece sorunları dile getirmekle yetinmememiz lazım.
“İşçilerin cennetinde yaşamak” o cenneti kurmak, kurabilmekten geçiyor. Yani bugünden, bugün neyi, nasıl yaptığımızdan. “Bir gün gelecek, bir devrim olacak, ve ertesi gün biz o cennete düşeceğiz.” şeklindeki gelecek algımız masal. Gerçek olan, Jones Ana’nın ev kadınlarını bir grev destek komitesine çevirmesinde, örneğin. Potansiyel gücü örgütlü güce çevirebildiğimizde yaşamak istediğimiz o geleceği getiriveririz.
Kadınların pandemi döneminde yaşadıkları sorunlardan yola çıkarak, bu sorunlara karşı direnme, ayakta kalma deneyimlerini aktarmaya çalıştık bu sayımızda. Kitabı bir de bu çerçevede, kadınların geçmişte ya da bugün kadınların mücadelesi ve deneyimleri açısından, değerlendirirsek neler söylersin?
Jones Ana’nın hikayesi de aslında salgın hastalıktaki kayıplarıyla başlıyor. Çocuklarını ve eşini kendi elleriyle gömmek zorunda kalıyor. Yalnızlık ve yılgınlığa düşmek yerine, hayatın değiştirilmesine dört elle sarılıyor. Çünkü o hayatta, yüz binlerin içinde olduğu sefaletin karşısında, birkaçın elinde tuttuğu zenginliği gözlemledi ve bu haksızlığı ortadan kaldırmayı kendine amaç edindi. Kişisel hikayesi bile, inanılmaz bir direnme ve ayakta kalma hikayesi. Bu direnişi işçilere aktarması, yani ne olursa olsun, örgütlü bir güç olmak gerektiği vurgusu da onu Amerikan işçi sınıfının ve haliyle de dünya işçi sınıfının Jones Ana’sı yaptı.
Jones Ana gibi örgütçülerin ve nice adı bilinen, bilinmeyen kadınların geçmişten bu yana verdikleri mücadele, direniş deneyimleri bugün bize miras. İşyerinde eşit ücret için grevlere çıkanlardan, mahallede kreş mücadelesi verenlere; annelik iznini savunanlardan, hayat pahalılığına karşı eylem yapanlara; kürtaj hakkını savunanlardan, İstanbul Sözleşmesi’ni korumaya çalışanlara… Tüm bu deneyimler, kadınların direnme, ayakta kalma örnekleri… Ama en küçük bir kadın grubunun bir araya gelme deneyimlerini de hiç yadsımayalım. İster evin tantanasından iki saat kaçmak, ister birlikte bir kitap okuyup konuşmak için olsun. Yaşamın rutin akışına müdahale etmeye çalışan o minik buluşmalar da birer direnme hali değil mi? O minik buluşmaların kalitesi ve gelişimi, direnişimizin kalitesi ve gelişimi aynı zamanda.
Yazar: Mary Harris Jones
Çevirmen: Müslime Karabatak
Yayınevi : Kor Kitap
Baskı yılı: 2020