Toplumsal sağlık ve bakım sisteminin dayanakları kadınlar

Sevinç Sönmez

Almanya genelinde 1942 hastane, 14.500 bakım evi ve 14.000 sağlık merkezinde toplam 5,7 milyon sağlık ve bakım emekçisi hizmet veriyor. Federal Çalışma Dairesi’nin verilerine göre hasta ve yaşlıların bakım işlerinde çalışanlanların yüzde 76’sını kadınlar oluşturuyor. Sağlık ve bakım sektörü en zor çalışma koşullarının hakim olduğu ve en az ücretlerin ödendiği sektörlerin başında geliyor. Yoğunlukla kadınların çalıştığı bu düşük ücretli alan korona krizinin baş göstermesiyle riskli çalışma gruplarına dahil olan branşlardan da biri olma özelliğini taşıyor.

Peki nasıl oluyor da toplumsal anlamda, yaşamsal bir öneme sahip ve bu denli geniş olan bir sektör, bir yandan riskli çalışma grubu ilan edilirken diğer yandan da bu denli itibarsızlaştırılıyor, küçümseniyor, hak ettiği saygınlığı ve ücreti alamıyor?

Korona krizinin başlamasıyla, Almanya tarihinde ilk  kez Angela Merkel kasiyerlerden sonra, sağlık ve bakım alanında çalışanları, „bu zor dönemde en önde sizler çalışıyorsunuz” diyerek onurlandırdı. Ve ilk kez balkon ve pencerelerden toplumsal bir tezahürata dönüşen alkışlarla sağlık ve bakım emekçileri ödüllendirildiler. Toplum ilk kez ağırlıklı olarak kadınlar tarafından yapılan işlerin hayati önem taşıdığının ve en önemlisi toplumun dayanağı olduğunun, toplumu bir arada tuttuğunun farkına vardı. Çünkü hala hasta bakım alanının her kadının yapabileceği bir kadın işi olduğundan yola çıkan bir zihniyet hakim (Bu yazıda kadınların, karantina döneminde daha da artan ev işi, çocuk, hasta ve yaşlı bakımında üstlendikleri sorumlulukların farkındalığından yola çıkıyor ve değinmekle yetiniyoruz). Bu zihniyet, yapılan bu işin vasıflı bir iş olduğunu, kalifiye elemanların eğitilmesi, yetiştirilmesi ve ürettiği değer oranında da ücretlendirilmesi gerektiğini görmezden geliyor. Ücretlerin kişi başına verilen sağlık ve bakım hizmetine göre ödendiği bu alan sadece bir “mali faktör” olarak işlem görüyor. Bu alan, MINT- mesleklerine (Matematik, Informatik, Doğabilimleri ve Teknoloji) oranla, toplumsal anlamda hayati önemi, maddi karşılığı olmayan “verimsiz” bir hizmet sektörü olarak nitelendiriliyor. Oysa toplumun beşte biri bakım mesleklerinde (SAHGE- Sorgeberufe) çalışıyor.  Korona krizinin patlak vermesiyle sağlık ve bakım mesleklerinin, özellikle son 30 yıldır nasıl da acımasızca küçümsendiği gözler önüne serildi. On yıllardır bu sektörde çalışanların dayanma gücü sonsuzmuşcasına sınandı ve sömürüldü. Oysa, diğer sosyal alanlarda çalışanlar gibi hasta ve bakım sektöründe çalışanların da bu koşullara dayanabilmek için erken emekliliğe ayrılma ya da yarım gün çalışma oranı ortalamanın üzerinde. Çünkü bu sektörde çalışan, öncelikle kadınlar taşıdıkları bedensel yükün, mesailerin ve haftasonları çalışmanın bedelini kendi sağlıkları ile ödüyorlar.

Korona krizi döneminde ise koruyucu ekipman eksikliğinden de dolayı daha büyük bir sağlık riski taşıyan ve hatta virüse yakalanan sağlık personelinin sayısı 2 Nisan 2020 itibarı ile Baden Würtemberg eyaletinde  566 kişi, Kuzey Ren Wesfalya eyaletinde 322, Bremen de 18 ve Zwickau da 60 kişi olarak bildirilmiş. Ancak virüse yakalanan ve çalışamayacak durumda olan personel sayısı tam olarak bilinmiyor, çünkü bu doğrultuda sağlık bakanlığı tarafından her hangi bir tutanak tutulmamış. Robert Koch Enstitüsü virüse yakalanan sağlık personeli sayısının 2300 civarında olduğunu belirtse de bu sayının daha yüksek olduğundan yola çıkılıyor. Mesela Bavyera eyaleti virüse yakalanan sağlık personeli hakkında basına bilgi vermeme kararı almış. Buna rağmen Bavyera eyaletinde 244, Baden Würtemberg de 80, Schleswig Holstein de 14 muayenehanenin virüsten ötürü kapatıldığı biliniyor.

Federal hükümet en iyi sağlık sistemine sahibiz dese de yaşlıların, hasta ve bakıma muhtaç olanların ihtiyaçlarına cevap verecek, mevcut solunum cihazlarını kullanabilecek  kalifiye eleman yetiştirmiyor. Varolan ve mesleğini severek yapan kalifiye elemanlar da, öncelikle insan hayatı söz konusu olduğu için, bu koşullarda çalışmanın sorumluluğunu taşımak istemiyorlar.

Ver.di sendikasının verilerine göre, Almanya’da şu anda hasta bakımı için 162 bin yaşlılara kalıcı bakım alanında ise 63 bin kalifiye personele ihtiyaç var. Mesela hasta bakım alanında 17.000 işçi açığı var. Bu yüzden sağlık ve bakım alanında aşırı yoğun çalışma koşulları, düşük ücretler, sürekli mesai ve stress hakim. Kalifiye olmayan bir sağlık bakım emekçisinin (ungelernte Pflegekraft) aldığı asgari ücret 11,35 düzeyinde. Kalifiye bir sağlık emekçisi ise haftada 40 saatlik çalışmada ayda ancak brüt 1700 ila 2200 euro arası maaş alıyor. Fakat bu sorunlar yeni olmadığı gibi hükümetlerin çözüm önerileri de yeni değil. ‘80’li yıllarda Güney Kore ve Filipinlerden ucuz emek gücü olarak hastabakıcı kadınlar getirilmişti. Şu anda yine dünya genelinde bir arayış var, mesela düşük ücretle çalıştırılabilecek hasta bakıcılarının Çin’de eğitilip Almanya’ya getirilmesi gibi. Geçtiğimiz haftalarda, Covit 19 hastalarının bakımı için Hessen eyaleti Filipinlerden 75 hastabakıcı getirtti. Ve bu strateji hala sağlık ve bakım alanının hasta ve bakıma muhtaç olanların ama çalışanların da lehine geliştirilmesi ve düzenlenmesinden daha ucuza geliyor. Ancak şu an da mevcut ülkelerin tümünün hastabakıcılara ihtiyacı olduğu için dünya genelinde bir darboğaz yaşanıyor.

Alkışlar anlamlı ama acımasızlığa dönüşmemeli

Sağlık alanında ki özelleştirmeler ve dolayısıyla artan kar talebi sayesinde çalışma koşulları ve sağlık hizmetleri genel olarak daha da kötüleşti. Çünkü bir hastane de kar elde edilebilecek tek faktör personel giderleridir. Bu da yeni bir olgu değil.

Korona kriziyle birlikte halk tarafından akşamları balkon ve pencerelerden yapılan tezarürat ve alkışlar kesinlikle bir dayanışmanın ve teşekkürün ifadesi olsa da, bununla kalmamalı. Yoksa, bütün bir toplum için hayati öneme sahip taleplerin yine efsaneleştirilerek değersizleştirilmesinden öteye gitmez. Yurt dışından ucuz işçi olarak hastabakıcı kadınların getirilip burada ki ağır çalışma koşullarında sömürülmesinden vazgeçilmeli. Ağırlıklı olarak kadınların çalıştığı sektörlerin, hem de risk grubuna dahilse ücretlendirilmesinde acil değişiklikler yapılmalı.

Toplumsal anlamda ise bireyciliği öne çıkarmak yerine bireyler olarak bireysel kurtuluş yollarından çok, ne kadar kırılgan ve muhtaç olabileceğimizi, tam da böylesi zamanlarda en büyük ihtiyaç olan toplumsal dayanışmayı ve bir toplum olabilmenin gereklerini öne çıkarmak gerekiyor.

Acil yapılması gerekenler

Hasta ve bakım emekçilerinin ücretlerinin ‘maliyet faktörü’ şeklinde hesaplanmasından vazgeçilmeli, hem de hemen! Ancak o zaman hasta ve bakım işi kar odaklı olmaktan çıkar ve toplumun ihtiyacına göre hizmet verebilir. Sağlık hizmeti devletin görevidir ve iyi bakım, personel ve malzeme önemli yatırımlar gerektirir. Kar odaklı sağlık sistemi, pandemi ile baş edemez ve iyi bakım sağlayamaz. Bu nedenle, tüm özel hastaneler halk sağlığını korumak için kamulaştırılmalıdır. Geçtiğimiz haftalarda sağlık çalışanları, Federal Sağlık Bakanı Jens Spahn a açık bir mektup yazarak; sağlık personelinin, özellikle de solunum cihazlarını kullanabilecek sağlık personelinin arttırılması, tüm sağlık ve bakım alanında çalışanlara etkin koruyucu ekipman sağlanması, vasıflı sağlık ve bakım personelinin meslek hayatına 4000,00 euro maaşla başlamaları gibi acil yerine getirilmesi gereken talepleri dile getirdiler. Vaka sayısındaki artışları durdurmak ve ileriye yönelik tedbirli olmak isteniyorsa bu telepler yerine getirilmeli, sağlık ve bakım hizmetleri kar hesabı yapılmadan, toplumun ihtiyaçlarına göre düzenlenmelidir. Bu konuda başlatılan  imza kampanyası aşağıda ki linkten desteklenebilir.

https://www.change.org/p/covid2019-gemeinsamer-pflegefachkr%C3%A4fte-aufruf-an-jensspahn-illner?signed=true

Görüşler

Gül Kaya, 50 yaşında ve 26 yıldır Mannheim- Theresien Krankenhaus’da hemşire yardımcısı ve tıbbi bakım asistanı (Krankenpflegehelferin) olarak acil serviste çalışıyorum. Türkiye’den hemşirelik ve anestesi teknisyeni diplomam olmasına rağmen burada kabul edilmedi.

Hastanemizin acil servisinde, sabah ve öğle olmak üzere iki vardiyada, üçer kişi çalışıyoruz. Acil servise, yani yoğun bakım ünitesine getirilen tüm hastaların serum, solunum, ilaç, iğne, yiyecek gibi tüm ihtiyaçları bizim sorumluluğumuzda. Çalıştığım bölüm her yönüyle yorucu ve yıpratıcı bir alan. Acil servis, özellikle dinlenmiş, zinde olmamızı, yani aşırı dikkatli ve titiz olmamızı gerektiren bir bölüm. Korona salgını başladığında bizler de (çalıştığım hastane) çok ciddiye almadık. Sars salgınına benzer bir salgın olduğunu düşündük. Bu gibi salgınlara hazırlıklıydık ve tedbirlerimiz genel olarak vardı zaten. Ancak durum ciddiye binince bir hafta boyunca Mannheim Sağlık Bakanlığı tüm operatörler ve hastanelerle toplantılar düzenledi. Burada ortaya çıkan acı gerçek, 350 000 nüfusu olan Mannheim da sadece 200 solunum cihazının olduğu ve bu cihazları kullanabilecek personelin yetersizliği idi. Almanya genelinde 200.000 solunum cihazının ısmarlandığını biliyoruz ancak durum ciddileşirse bu sayıda yetersiz kalacak.

Tüm hastaneler kriz başladığından beri hapishanelere dönmüş durumda. Yoğun bakım ünitesini başka bir bölüme taşıyarak, Covid 19 hastalarına yer açıldı. Ancak diğer tüm ameliyatlar ve tedaviler iptal edildi. Ağır ve acil olan, solunum cihazına gereksinim duyan Covid 19 hastaları dışında hasta alınmıyor. Ancak hastaneye alınma kriterlerini doldurmayan fakat hastalığı evinde çok ağır geçiren insanlar var. Bu hastalara ağır antibiyotikler verilerek başınızın çaresine bakın deniyor. Öncelikle kuluçka dönemini herkesin evinde geçirmesi gerektiği, sonra da duruma göre müdahale edileceği söyleniyor.

Ev doktorlarına gönderilen bir talimatla, bir tek hastalarının dahi virüse yakalanması durumunda muayenehanelerinin kapatılacağı bildirildi. Bu yüzden doktor ve muayenehaneler de tedirgin. Sonuç olarak bu yetersizliğin bedelini ihtiyacı olan fakat sağlık hizmetini alamayan ve hastalandığında bir başına kalan insanlar ödüyor.

Benim çalıştığım hastanede şu anda 3 Covid 19 hastası tedavi görmekte. Hastaların üçü de 60 yaş üstü ve göçmen kökenli insanlar. Göçmen kökenli hastaların bu gibi kriz dönemlerinde çok çaresiz kaldıklarını görüyoruz. Bu yüzden göçmenlere yönelik daha özel bir çalışma yürütülmesi gerekiyor. Sağlık Bakanlığı tarafından değişik dillerde yapılan açıklamaların yeterli olmadığını düşünüyorum.

Sağlık Bakanlığı ve Mannheim Belediyesine, boş duran kışlalarda epidemi hastanesi kurulmasını da önerdik, ancak şu ana kadar her hangi bir girişim olmadı.  Sağlık ve bakım alanının genel olarak, sendikaların da çabalarıyla da bir an önce kamulaştırılması ve insanların ihtiyaçlarına göre hizmet vermesi gerekiyor.

Delal Kaya, 48 yaşında. Yaşlı-hasta bakıcısı (Examinierte Altenpflegerin) olarak kendi işimde çalışıyorum. Küçük bir sağlık ve bakım hizmeti kurumuyuz, 3 eleman ve 2 yardımcı çalışanım var. Biz kriz başladığında test yaptırdık.

Yaşlı insanların bakım ve tedavilerini evlerinde yapıyoruz. Doktorun verdiği reçeteye göre iğne, serum, pansuman, bakım ve yıkama gibi konularda hizmet veriyoruz. Genelde hastalarla görüşen tek biz oluyoruz. Büyük bölümü yaşlı olan hastalarımız,  evden de çıkamadıkları için korunuyorlar ve metanetlilliler. Diğerlerine ise akrabaları alışveriş yapıp kapılarına bırakıyorlar. Bir bölümü de dışarı çıkabiliyor, bazı ihtiyaçlarını kendileri giderebiliyorlar, bazılarının ihtiyaç ve bakımları aile ve akrabaları tarafından üstleniliyor.

En kötü olan, şu an da akut rahatsızlığı olanlar hastanelere alınmıyorlar. Hayati bir tehlike olmadığı sürece bakım ve tedavileri ev de yapılmak yorunda. Korona krizinin başlamasıyla hastaların bir bölümü korktukları için tedavileri iptal ettiler. Biz de sadece zorunlu yardıma ihtiyacı olan hastalarımıza gidiyoruz. Dolayısıyla gelirimiz otomatikman düştü. Çünkü saatlerimizi dolduramıyoruz, giderlerimizi karşılayamıyoruz ve maaşlarımızı çıkarmakta zorlanıyoruz. Sağlık ve bakım alanında ücretler kişi başına verilen sağlık ve bakım hizmetine göre ödeniyor. Mesela iki hasta arasında katettiğiniz mesafenin, hastayla konuştuğunuz sürenin vs ücreti ödenmiyor. Normal koşullarda dahi giderlerimizi karşılamakta zorlanıyor, hasta olduğumuzda dahi çalışmak durumundayız. Devletin verdiği yardım sadece bir defaya mahsus ve bir aylık zararımızı kapatacak düzeyde. Ancak sağlık ve bakım hizmetleri korona krizi öncesi de kümsenen, hak ettiği saygıyı değeri ve en önemlisi maddi karşılığı alamayan bir hizmet sektördü. Altenpflegerin dendiğinde toplumda da ‘yaşlı ve hastaları yıkamak’ gibi bir önyargı gelişmiş. Oysa bu sektör çok geniş bir alanı kapsıyor. Risk çalışma grubuna dahil olmamızın nedeni de zaten doğrudan ateş hattında, yaşlı ve hastalarımızla fiziksel temas halinde çalışıyor olmamızdan kaynaklanıyor. Herkes gibi bizim de korkmamıza rağmen çalışmak zorundayız. Ve bunun maddi karşılığı yok denecek kadar az. Bizim, sağlık Bakanlığının önerileri doğrultusunda korunmak için eldiven, önlük ve desifekte ilaçlarımız mevcut, öncelikle kendimizi ve hastalarımızı korumak durumundayız.

Sağlık ve bakım emekçileri olarak işimizi severek yapıyoruz. Yıllardır mücadele etmemize rağmen değerimiz ancak şimdi kriz döneminde anlaşıldı. Bu sektörde, gerçekten ağır ve zor koşullarda çalışan, hem insani anlamda hem de kalifiye eleman olarak çok emek veren personelin ücretlerinin arttırılması gerekiyor. Yurtdışından bakım elemanların getirilmesinin koşulları zor. Genelde Almanca bilmeleri ve eğitim almış olmaları gerekiyor. Bu yüzden uzun vaadede bu alanda öncelikle kalifiye elemanların yetiştirilmesi gerekiyor.

 

 

 

, , ,