Suriyeli kadınların Türkiye’deki savaşı

Sema Barbaros

Suriye’deki savaş beşinci yılına girdi. Dört yıl boyunca Suriye’den gelen kadınlarla ilgili neler okuduğumuzu, neler dinlediğimizi, neler duyduğumuzu hatırlayalım: Tecavüz, taciz, baskılar, ön yargılar, engelli erkeklere yardımcı diye satılanlar, ikinci eşler, atölyelerde güvencesiz ve çok düşük ücretlerle çalıştırılanlar, fuhuş yapmaya zorlananlar, dilenciliğe mahkum edilenler…

Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı Göçmen Danışma Merkezi Sorumlusu Reyhan Toplu, savaşın ve zorunlu göçün bütün bu sonuçlarını somut olarak ortaya koyan bir araştırmaya imza attı. Toplu, Raoul Wallenberg İnsan Hakları Enstitüsü tarafından desteklenen araştırması kapsamında, savaş nedeniyle Suriye’den İstanbul’a gelen 52 kadınla görüştü. 2011 yılından itibaren Suriyelilerin yoğunluklu yerleştiği Küçükpazar, Bayramtepe, Esenyurt, Fatih ve Sultangazi ilçelerinde yaşayan kadınlarla yapılan görüşmeler, Türkiye’de yaşayan 2 milyonu aşkın Suriyelinin yaşadıklarını, hissettiklerini, hassasiyetlerini anlamak için önemli veriler ortaya koyuyor.

YÜZDE 70’İ KENDİNİ GÜVENDE HİSSETMİYOR

Suriye’den gelen sığınmacı kadınlar her türlü baskı ile karşılaşmış. Taciz, tecavüz, düşük ücret dayatması, zorla evlendirilme… Sokağa çıktıklarında, gittikleri bakkalda, ev kiralamak istediği emlakçıdan, ev sahibine, sığınmacılara ilişkin ön yargı ve baskılar her alanda hayat buluyor. Bu baskı ille fiziksel olmak durumunda değil. Örneğin ev fiyatları arttırılıyor; 3 liraya satılan şeyler 5 liraya veriliyor. Dil bilmemekten kaynaklı iletişim problemleri yaşanıyor.

Kadınlara iki saatlik muta nikahları kıyılıyor. Kadınlar meta gibi kullanılıyor, alınıp satılıyor. Özellikle IŞİD’in saldırıları Suriye’den gelen kadınlar için tehlike olmaya devam ediyor. Kadınların yüzde 70’i kendini güvende hissetmediğini anlatıyor. Ama geriye kalanlar için de ‘Güvende hissediyor’ diyemeyiz. Onlar daha çok kendini ifade etmekten çekiniyor. Ailenin, yakın çevrenin duyması ihtimali tedirginlik yaratıyor. Bu durum onlarda bir stigma oluşturuyor. Kendilerini ifade etmek istemeyenler de var, ifadelerinin kayıt altına alınmasını istemeyenler de… Yeni gelenler de oluyor ama 4 yıldır Türkiye’de yaşayanlar var ve artık yerleşik hale gelmiş hayatın geleceğe dönük kaygıları da artıyor. Bu nedenle birçok kadın yaşadıklarını anlatmaktan ve sonrasından korkuyor.

ÇADIRLARDAN BODRUMLARA

Suriyelilerin Türkiye’de kaldıkları mekanlar çok kötü. Bodrum katlarda, nemli tek gözlü odalarda kalıyorlar. İlk geldikleri dönemde çadırlarda ve sokaklarda kalıyorlardı. Sonra süre uzadıkça kendinden önce gelenlerle aşırı kalabalık evlerde yaşamaya başladılar. 8-20 kişilik gruplar halinde bodrumlarda, bazen tek gözlü odalarda kalanlar var.

Suriye’den çocuklarıyla birlikte gelen kadınlar, çalışmaya başlayınca çocuklarını, ortak yaşadıkları evin en yaşlısına bırakıyorlar, yoksa da çocuklar yalnız kalıyor.

ETNİK KÖKENLERİN GÖRE

Gelen kesimler ekonomik durumlarına göre ve etnik kökenlerine göre öbekleşerek yerleşiyor. Mesela Domlar, kendilerini en az ifade eden kesim. Yerel halk tarafından Çingene (Roman) olarak adlandırılıyorlar. Bunlar daha çok hurdacılık, çöp toplayıcılığı falan yapıyor.
Reyhan Toplu, “Suriye içerisinde de tabii ki böyle ayrılıklar var. Sulukule ile Nişantaşı’da yaşam tarzı nasıl farklıysa Suriye’de benzer bir durum var. Sadece yaşam tarzları değil mesela dayanışmaya yatkınlıkları da farklılık gösteriyor. Mesela Sultangazi ve Esenyurt’ta yaşayan Suriyeli Kürt kadınlar çocuklarını birbirlerine rahatlıkla bırakabilirken, diğerleri bunu çok tercih etmiyorlar. Çadırlarda bu sorunlar çokça yaşandı ve yaşanıyor da. Bir arada kalmak istememelerine rağmen burada bir ısrar söz konusu oldu. Kamp dışına da çıkarılmamalarının yanında dayanışma, birlikte üretme alanları da yaratılmıyor; bu bilinçli bir politikanın ürünü aslında.”

BAŞVURABİLECEKLERİ YERLER YOK

Suriye’den Türkiye’ye göç edenlerin sayısı çok fazla. Bunların bir kısmı Türkiye’yi geçiş ülkesi olarak kullansa da çok sayıda Suriyeli mülteci Türkiye’de yerleşmiş durumda. Ne yapacakları, nasıl yaşayacakları konusunda çeşitli yasal düzenlemelere ihtiyaç var. Reyhan Toplu, yapılması gereken düzenlemelerle ilgili şunları söylüyor:
“Kayıt altına alınma süreci çok sıkıntılı, gelenlerin büyük bir bölümü kayıtlı değil. Kaçarken kimliklerini bırakanlar var, geliş sürecinde kaybedenler var. Hayatlarını kolaylaştıran bir sistem maalesef yok. Kayıt altına alınırken bile bürokratik sürece takılıyorlar. Kadınlar burada çok fazla zorlanıyor. Türkiye’de zaten göçmenlik, mültecilik, sığınmacılık tanımlaması ÖYLE kolay değil. Cenevre Sözleşmesine göre mültecilik için öncelikle Avrupa’dan gelmeniz gerekiyor. Yoksa almanız mümkün değil. Yani çok ciddi kriterleri var…
Suriyeli sığınmacılara verilen geçici T.C. numarası da aynı T.C. kimliğinde olduğu şekilde 11 haneli ve 9 rakamı ile başlıyor. Suriyeliler ‘şartlı mültecilik’ kapsamında değerlendiriliyor, bu da geçici koruma statüsü sağlıyor onlara. Eğitim ve çalışma alanında yüzeysel düzenlemeler yapıldı, yapılıyor ancak bunlarda ciddi boşluklar var. Neden ve niye sorularını beraberinde getiren düzenlemeler bunlar.
Bunların yanında mevcut yönetmeliklerin uygulanması konusunda ciddi sorunlar yaşanıyor. Özellikle sağlık alanda Suriyelilere ilişkin birçok yönetmelik yayımlandı. Anlaşmalı eczanelerden ilaçlar alınabilir dendi. Ancak devlete bağlı ilgili kurumların eczanelere ve aracı kurum ve kişilere ödeme yapmaması sorunlara yol açıyor. Hükümet buna karşı refleks göstermiyor ve bütün bunlar yasal düzenleme seviyesinde kalıyor.
Ayrıca göçmen kadınların talepleri ve sorunlarıyla ilgili nerelere başvuracağı gibi sorunlar var. Türkiye İstanbul Sözleşmesi, CEDAW, ILO gibi uluslararası sözleşmelere göre göçmen kadınları ve göçmen işçi kadınları da şiddet, taciz ve cinsel saldırıdan korumak zorunda. Göçmen kadınların çalışma ya da oturma izinlerinin olmaması bu suçlarla ilgili şikayetçi olmalarına da engel oluyor. Dolayısıyla göçmen kadınlara yönelik her türlü saldırı cezasız kalabiliyor.”

KARIN TOKLUĞUNA BİLE DEĞİL

Güvencesiz çalışmanın yaygın ve ücretlerin zaten düşük olduğu Türkiye’de Suriyeli göçmenlerin varlığı patronlar tarafından bu durumu derinleştirmenin fırsatı olarak kullanılıyor. Suriye’den gelenler Türkiyeli işçiler üzerinde tehdit ve baskı aracı olarak kullanılıyor. Bu durum Suriyeli ve Türkiyeli işçiler arasındaki çatışmayı kışkırtıyor.
Özellikle tarım, inşaat, tekstil gibi kayıt dışı istihdamın yoğun olduğu alanlarda ucuz emeğin önünü açan düzenlemeler yapıldığına dikkat çeken Reyhan Toplu, “Bu sorun aslında göç sürecini deneyimleyen herkesi ilgilendiriyor. Ancak eşitsizliği de ortaya koyunca kadınlar bu durumdan daha çok etkileniyor” diyor.
Görüşme yapılan kadınların yüzde 90’ı ailenin tüm sorumluluğunu yüklenmiş durumda ve “çaresizlikten” en ağır koşullarda çalışmayı kabul ediyorlar. Genel olarak bulaşık, hasta bakımı, temizlik gibi işlerde ayda 200-500 lira arası bir ücret karşılığında, uzun süreler ve güvencesiz çalıştırılıyorlar.
Çalışan Suriyeli kadınlarda az da olsa Türkçeye yatkınlık, dili bilmek gibi şartlar aranıyor. Mesela Türkmenler tercih edilebiliyor. Ama genellikle görünür olmadıkları bulaşık yıkama ya da oyuncak yapma, boncuk işleme, ürünlerden iplik temizleme gibi işler yaptırılıyor. Yaptıkları işlerde de normal ücretin yarısını alıyorlar ve bu durum onların ortamdan dışlanmasına, ötekileşmesine de yol açıyor.

‘KAĞITSIZLIK’ SAVUNMASIZ BIRAKIYOR

Göçmenlerin giriş ve kalış koşullarını düzenleyen yasalar onları kayıt dışı çalışmaya ve her açıdan savunmasız yaşamaya mecbur ediyor.
Örneğin göçmenler, Türkiye’ye gelmeden önce ya da geldikten sonra 6 aylık oturma izni alıyor. Bir işe girdiklerinde ise işverenleri tarafından çalışma iznine başvurulması gerekiyor. Çalışma Bakanlığı izinleri sadece belirli sektörlerde (turizm, eğitim ve ev içi hizmetler gibi) ve yerli iş gücünün olmadığı koşullarda veriyor. İstihdam önceliği T.C. vatandaşlarında. Çalışma izni alabilen şanslı göçmenler, izin başvurusunu yapan işverene bağımlı çalışmak zorunda kalıyor. Eğer işten ayrılırlarsa izinleri otomatikman iptal ediliyor.
İşveren için ise izin başvurusu yapmak çekici değil. Çünkü izin almamamak, göçmen işçileri işverenler karşısında tamamen savunmasız hale getiriyor. Bu da, yerli iş gücüne göre daha kötü çalışma ve sömürü koşullarına daha kolay boyun eğmeleri demek. Bu ise işverenler için daha çekici.
Örneğin; bir ya da üç aylık turist vizesi ile giriş yapıp çalışmaya başlayanların, turist vizeleri bitince çıkış yapmaları gerekiyor, yoksa ceza ödüyorlar. Onlar da işlerini kaybetmemek için ceza ödemeyi göze alarak mümkün olduğunca vizesiz çalışmaya devam ediyor. Bu süreçte polis baskısı ve sınır dışı edilme korkusu yaşayan kadınlar genellikle çalıştıkları yerlerden dışarı çıkmıyorlar. Kağıtsız-belgesiz olma durumu onları çok daha savunmasız ve sömürüye açık hale getiriyor.
Dilinizi bilmeyen, devletin ‘kaçak’ diyerek suçlu duruma düşürdüğü ve her an sınır dışı ile yüz yüze olan bir göçmene istediğinizi yaptırabilirsiniz!

TACİZE UĞRAMAYAN YOK

Reyhan Toplu’nun İstanbul’da üç bölgeki beş ilçede 52 kadınla yüz yüze yaptığı görüşmelerin sonucuna göre;
* Görüşmeler 25-63 yaş aralığını kapsıyor.
* Görüşülen kadınların 27’si Kürt, 5’i Türkmen, 12’si Arap, 10’u ise Roman (Dom)
* Kadınların tamamı tacize uğradığını söylerken, bazıları tecavüze uğradığını ifade etti.
* Her üç kadından biri evden dışarıya çıkmaya korkuyor.
* Yüzde 90’ı her anlamda ev idaresinin sorumluluğunu üstlenmiş durumda.
* Aylık 300 ile 500 TL arasında ücretle çalıştırılan kadınların, günlük çalışma süreleri en az 10 saat.
* Genellikle aşırı kalabalık evlerde, güvenli olmayan geçici barınaklarda, bodrum katı gibi izbe yerlerde kalıyorlar.
* Yüzde 70’i kendisini güvende hissetmediğini dile getiriyor.

Kaynak: www.evrensel.net

,