Sevgili kız kardeşim,
ben Almanya’ya ithal gelin olarak gelen pek çok kadından biriyim. Evleneceğim genci, o gün beni istemeye geldiklerinde gördüm. Zaten görüp de sevdalanmak benim geldiğim yerde pek de iyi karşılanmaz. Aileler karar verir; siz yerine getirirsiniz. Liseyi yeni bitirmiştim. “Kısmetin geliyor” dediler. “Kısmetin seni Almanya’ya gelin götürecek.” “Kısmetlisin vallaha gavur memleketine gidecen. “Kısmetinde zengin aileye gelin gitmek varmış.” Herkesin ağzında bir ‘kısmet’ lafıdır dolaşıyor. Ben de “kısmet” dedim bekledim.
O gün geldi çattı. Lüks bir arabayla mahalleye geldiler. Bütün mahallenin gözü bizim evde. Ellerinde nişan sepeti, kutu kutu hediye ile kapımızı çaldılar. Annem beni içeri yolladı. Adettenmiş. Mutfak girişinden gözlüyorum. Sıra kahve ikramına gelince ilk kez çıkacağım karşılarına. Konuşmalardan seçtiğim kadarıyla düğünü Almanya’da yapacaklar. Sanki o an kavradım işin ciddiyetini. Kaderimi başkalarının seçimine bırakıvermiştim. Hiç diretmemiştim. Neden direteceğimi de bilmiyordum. Karşı çıkacağım neydi? Ya da neyin arkasında duracaktım? Bizi öyle yetiştirmişlerdi. Aile kurmak seni bekleyen kaçınılmaz geleceğindi. Yaşın geçmeden başarabilirsen kısmetlisindir, evde kalırsan kısmetsiz. Bunları düşünecek vaktim olur sanıyordum. Öyle olmadı. Almanya’ya dönerken beni de yanlarında götürdüler. Her türlü evrak işi benim haberim olmadan halledilmişti. Oysa buna hazır değildim. Korkuyordum. Tanımadığım bir ailenin içine girecektim. İtiraaz etmek istedim; yapamadım. Beni istemek için kalkıp Almanya’dan gelmişlerdi. Bunca zahmet, bunca masraftan sonra kimsenin geri adım atmayacağını biliyordum. Ya da ben bu olayın altında ezilip kaldım ve teslim olmaktan başka çare göremedim. Yola çıkma zamanı geldi. Komşuların hepsi ya balkonda, ya pencerede ya da tülün arkasında… Arabanın camından son kez aileme el salladım. Annem koca bir maşrapa suyu arkamızdan savuruverdi. Böylece yeni hayatıma doğru yolculuğum başladı.
Gurbet zordur derler. Ben zorluğu daha çok gelin gittiğim evde yaşadım. Öncelikli görevim kocama hizmet etmekti. Evin hizmeti kadınlar arasında bölüşülse de payıma epey iş düşüyordu.. Akşamları yorgunluktan olduğum yerde uyuklardım. Bir de. karılık görevim vardı tabii. Bu sözden nefret etsem de özellikle yazıyorum. Bilirsin mahkemelerde boşama gerekçesi olarak kullanılır. Hakim seni karılık vazifelerini yerine getirmediğinden dolayı boşar. Gülesim geliyor. 40 yaşına gelince artık bazı şeylere gülüyorsun. Ama 18 yaşında hiçbir şey sana komik gelmiyor. Evin içinde beni görmezden gelirlerdi. İnsan kendini bir eşyadan farksız hissediyor. Yo ondan da beter.. Evdeki semaverin bile, benden değerli olduğunu düşünürdüm. Dede yadigarı semaver kullanılmadan önce her gün ihtimamla hazırlanırdı. Karşındakini yok saymak, onu değersizleştirmek şiddetin başka türlüsü. O zamanlar aklım ermezdi bunlara. Huzursuzluk olmasın, kavga çıkmasın diye susardım. Beni o kadar unutmuşlardı ki salondaki varlığımdan habersiz aralarında konuşurlarken kocamın benden önce bir evlilik yaptığını öğrendim. İlk karısı burada doğup büyümüş bir Türk kızıymış. Kayınvalidem hala kıza öfkeli; arkasından demediğini bırakmıyor. Yok efendim ona cevap yetiştirirmiş; kendi başına buyrukmuş; o yolun yolcusuymuş; saygısızmış. Kızın ne dinsizliği kaldı ne de ahlaksızlığı. İşte bu yüzden beni Türkiye’den ithal ederek getirdiler. Burada yetişmiş Türk kızlarının Türkiye’de yetişmiş olanlar kadar geleneklerine bağlı olmadığına, örf ve adetleri bilmediklerine dair genel bir inanış var. Aslında kimse ‘biz gözü açılmamış bir kız arıyoruz’ demeye cesaret edemiyor. Bu kızı da nerede bulacak kendi memleketinde. Toprağını, suyunu bildiği yerlerde.
Burada yetişmiş kızların daha rahat bir yaşayış tarzı var. Okul arkadaşları, çevresi genellikle alman olduğundan doğal olarak gençler birbirlerinden etkileniyor. Bunun kötü bir yanı yok. Türk kızları her ne kadar evlerinde belli örf ve ananelerle büyüseler de onlar farklı toplumun , farklı kültürün bir parçası. Haliyle sosyal hayatları da buna uygun. Sinemaya gitme alışkanlıkları var; cafelerde buluşup sohbet ediyorlar; büyük alış veriş merkezlerinde toplanıp gün boyu orada zaman geçiriyorlar; okullarındaki faaliyetler onları yetenekleri doğrultusunda teşvik ediyor; çoğu müzik aleti çalıyor; tiyatro ya da dans kurslarına gidiyor. Etkinliklere aktif olarak katılan bu gençler için sosyal hayat günlük yaşamın bir parçası. Elbette davranışları da ona göre şekilleniyor. Bu doğal bir süreç. Asıl mesele bu kızların evlenme çağına geldiklerinde başlıyor. Çoğu aile erkekli kızlı yaşanan sosyal hayatı yozluk olarak nitelendiriyor ve bu kızların aile hayatını sürdürmekte zorlanacağına inanıyor. Buradaki kızların üzerlerinde yeterince baskı kuramayacaklarına inanıyorlar demek daha doğru olur. Ben de onları haklı çıkartıyordum. Ensesine vur, lokmasını al cinsinden bir şeydim. Kayınvalidemin despot tutumu yüzünden iyice sinmiştim. Oysa ilk gelininden şikayetçi olduğu davranışların hiç biri bende yoktu. Öyle olduğu halde yine de değersizdim. Değersizdim çünkü kadındım.
Almanca kursu için ilk kez kendi başıma sokağa çıkacaktım. O gün kapıdan çıkarken şunu söyledim: “ Çıktığın bu kapıdan her gün kendin için bir şey yapmış olarak gir.”
Başkalarının size değer vermesini beklemeyin. Ben aradan geçen yirmi küsur yıldan sonra ancak kendimi birey olarak görmeye başladım. Çok geç kaldım güzel kardeşim. Benim fark etmem ve hayatımdaki şeyleri yoluna koymam zaman aldı. Belki sen daha erken davranabilirsin. Herkes azığını gideceği yola göre ayarlar. Benim öğrenecek çok şeyim vardı. Bugün hala aynı adamla evliyim. Çocuklarım var. Kayınvalidem de hayatta. En büyük değişiklik ise benim artık eskisinden çok farklı olmam.. Ayakları üzerinde sapa sağlam duran, kendine güveni olan, çalışan bir kadınım. Küçük ama sağlam adımlarla ilerledim. Sessiz ama kararlı oldum. ‘Kısmet’ deyip kaderini bekleyen küçük kız yok artık.
Unutma sevgili kardeşim insan değişime kendinden başlamalı. O zaman göreceksin ki çevren de seninle birlikte değişecek.
Gurbet Kelebekleri