Nuray Sancar
Ortaçağın kapitalizmin şafağı sökmeden önceki en karanlık zamanlarında yüzbinlerce kadının işkenceli sorgulamalardan geçirildikten sonra yakılmasıyla sonuçlanan cadı avlarını, insan türünün cahillik dönemine özgü gelip geçici bir cinneti olarak adlandırmak kolaydır. Ne var ki; o kötücül ruh uzun modern deneyimin ardından geri döndü ve sayesinde kadın kıyımı kaldığı yerden devam ediyor. Kadınların teker teker öldürüldüğü, bugün de cadı avcıları kıyımın en fazla yoğunlaştığı 15-17. yüzyıldakinden farklı saiklerle hareket etmiyor.
O zamanlar, bir kadının cadı olduğuna kanaat getirilmesi için işkencede alınan itirafların, haklarında çıkarılmış bir dedikodunun, otlardan ilaç yapabiliyor olmalarının, komşu kadının doğumuna yardım etmelerinin, ağlayabiliyor olmaları gibi fazla gülmelerinin, uyduruk delil ve alametlerin yeterli olduğu zamanlardı. Bir kadının Hristiyan dininin altını oymakla suçlanması son derece kolaydı. Geceleri süpürgeyle gökyüzünde dolaşan, gizli toplantılarda el ele tutuşarak anlaşılmaz bir dilde şarkılar söyleyerek dans eden çirkin kadınlar güruhunun kazanlarda kaynattığı iksir kurutulmadan toplumun vebadan, kıtlıktan, açlıktan kurtulamayacağına dair tevatür kiliseden toplumun bütün hücrelerine kadar bir bilgi olarak yayılmıştı. Kadın uğraşlarına dair böyle bir dehşet imgesinin yaratılması aslında Hıristiyan Orta Çağ Avrupası’nın derin korkularının dışa vurumundan başka bir şey değildi.
Halka zorla giydirilen Hıristiyanlık elbisesinin altındaki pagan vücut anaerkinin ritüellerine göre deviniyordu hala çünkü. O çok bilmiş, yaratıcı ve işveli Diana’nın yüzü, çileli Meryem’in cinsiyetsiz, talepsiz, masum ve itaatkar yüzüyle yer değiştirememişti bir türlü. Hastalıkların sağaltımında ustalaşmış kadın, Kilise’nin resmi bir tıp inşa etme çabalarına rağmen tarladan topladığı otlardan ilaç yapmaya, çocuk doğurtmaya devam ederek direnmekteydi. O halde, ilaç tenceresinin cadı kazanına, bilge ebelerin çocuk yiyen cadılara dönüşmesi pagan bedenin cayır cayır yakılmasıyla mümkün olacaktı. Sayısız yoksul kadın bu yüzden ateşlere atıldı, atılmayanlar korkudan sinmek zorunda kaldı. Böylece, Orta Çağın despotları kendi düzenlerini ölü kadın bedenlerinden yapılmış kalelerle korumaya alırken kadınların şarkıları, dansları kesildi… dilsizleştirildiler. Hemen ardından gelen kapitalizm de en çok yoksul kadınların öldürüldüğü böyle bir toplumsal zeminden fazlasıyla yararlanacaktı. Tanrıça Diana kültü etrafında gizlice örgütlenerek, yeraltına itilmiş geçmişteki toplumsal rollerini bir biçimde sürdürmeye çalışan kadınların, belki kendilerinin bile bir talep olduğunun farkına varmadıkları arzularının şiddetle bastırılması pahasına söktü o şafak.
O zamandan bu yana baskıcı sistemlerin kendi egemenlik bayraklarını önce kadın bedeninin geniş coğrafyasına dikmek istemeleri bir rastlantı değil. Kadın ister istemez çok büyük bir şiddetle ve kan dökerek yıkılmış anaerkinin yeniden hortlayabileceği ve yaşam hazzının şimdilik üzerinde uykuya yattığı bir araziden başka bir şey olarak görülmüyor. O halde bu güç uyanmamalı; kadın kendi canının pazarına düşürülmek suretiyle yitirdiklerini anımsayamaz hale gelmeli.
Günümüzde yeniden hortlayan cadı avının tıpkı eskiden olduğu gibi bir yıkım ve yeniden tesis döngüsünün semptomatik ürünlerinden biri olduğu söylenebilir. Kadınların iki yüz yıl boyunca mücadele ederek elde ettiği ne varsa hepsinin birden geri alındığı bu koşullarda, geleceği bu kazanımların anısından başka hiçbir şeyin tehdit edemeyeceğini düşünen bir siyasal iktidarın kadının kamusal alanda değil can pazarında olmasından çok büyük bir fayda sağladığı açık. Bu can pazarının devamlılığı sayesindeki kadın ıslahı hukuk sistemine müdahale, toplumsal mühendislik çabaları, erkek toplumsal cinsiyetinin yeniden inşasıyla sağlanıyor.
Kadının sadece sağ kalabilmek, herhangi bir saldırıya, tecavüze maruz kalmadan gününü geçirebilmekle yetinmesinin beklendiği böyle bir dünyada bastırılmış talep, kadının bencilliği, hazcılığı ve sorumsuzluğu ile ilişkilendirildiği ölçüde bastırılmış olarak kalabilecek sanki.
Kadının ne kadar kötürümleştirilmeye çalışılırsa çalışılsın silinemeyen bir hafızası varsa cadı avcılarının da var demek ki. Orta Çağdaki atalarının korkularını ve bu korkuyu yenmek için yaptıklarını onların az biraz eğitilmişleri olarak çok iyi hatırlıyorlar. Bir kadının gülüşü onlara Diana’nın kızlarının hâlâ yaşayabildiğini hissettiriyorsa bu sadece hafızanın bir oyunu değil aynı zamanda tarihin bir şakası sayılmalı. Ama korkunun da ecele faydası yok. Ne olursa olsun geçmiş kadınları öldürmekle öldürülemiyor. Kadının talebi meydandaki ateşte kül olamıyor.
Önümüzde Dünya Emekçi Kadınlar Günü var. Ateşlerde yakılarak kitlesel soykırıma tabi tutulan yoksul kadınların anısına, 8 Mart, Diana’nın, hatırlayan ve talep eden kızlarına kutlu olsun… Kadınların kendi ruhlarıyla birlikte dünyayı da sağaltacak olan otlar, onların neşeleri ve nefesleriyle ısınan kazanlarda kaynasın.
Kaynak: www.evrensel.net