Berlin gezisinden notlar

Zahide Yentür Buchholz_Christine

Federal Basın Dairesi’nin ve Sol Parti Federal Parlamento Milletvekili Buchenholz’un davetlisi olarak dört günlüğüne Berlin’e gidiyoruz. Frankfurt Göçmen Kadınlar Derneğin’den, Rüsselsheim Göçmen Kadınlar Birliği Komite’sinden elli kadın bir Pazar günü, Frankfurt Tren İstasyonun’dayız. Trenimiz zamanında geliyor. Bir kompartıman bize ayrılmış. Göz açıp kapayıncaya kadar Berlin’deyiz. Ya da bize öyle geliyor. Halayların, türkülerin, sohbetlerin hızı Berlin’e kadar devam ediyor.

Federal Basın Dairesin’den Sol Parti adına ayarlanan otobüsle Berlin’de ilk şehir turumuzu yapıyoruz. Berlin Duvarı’nın önündeyiz. Berlin Duvarın’dan rengarenk bir kaç parça geriye kalmış. Bir arkadaş amcasının eski taşları boyayıp, Berlin Duvarı’nın kalıntıları olarak nasıl sattığını anlatıyor. İki Almanya’nın birleşmesi, Duvar’ın yıkılması, Batı’ya ilk geçenlere verilen mark primi. Nasıl da tantana yapılmıştı. Doğu Berlin’lerin kapitalizmin gerçek yüzüyle tanışması uzun sürmedi. Seyahat özgürlüğüne evet, tabi paran varsa. Gökyüzü gri renkte ve hava soğuk. Yürüyerek, Holocoust Anıtı’na geliyoruz. Büyük bir alana değişik uzunlukta dikilen taşlar, uzaktan bakıldığında denizin üzerindeki dalgaları anımsatıyor. Yapan sanatçı, Anıt’a “Dalga” ismini vermiş. Otele geçiyoruz, yerleşiyoruz. Asıl program yarın başlamasına rağmen, hız kesilmedi ya, bazı arkadaşlar, ellerinde şehir haritaları “Kreuzberg’de baklava, künefe yiyelim” diyerek geç vakit S-Bahn durağı arıyorlar.

İlk gün Federal Alman Parlamento’sundayız. İçeri alınıyoruz. Parlamenterlere ayrılan oturum alanının üstünde halka ve basına açık tribünlere oturuyoruz. Parlemento’nun Berlin’e gelmesiyle binadaki mimari değişiklikleri, Parlamento’nun geçmişini anlatıyor bir görevli. Parlamento binasının üstü, cam kubbe şeklinde yapılmış ve saydamlığı temsil ediyormuş. Daha sonra Buchenholz yerinde olmadığı için, Sabine Leidig bizi karşılıyor. Parti çalışmalarını anlatıyor. Sorular soruluyor. En çok da, göçmen kadınların Almanya’daki yasal hakları üzerine soruluyor. Sabine Leidig’in yanından ayrılıyoruz ve otobüsle şehri gezmeye devam ediyoruz.

“Burada nasıl iki buçuk saat geçireceğiz?”

Üçüncü gün, eski Doğu Berlin’de bulunan Berlin Karlhorst “Alman-Rus Müzesin’deyiz. 1945’de Kızıl Ordu Nazi faşizmini yendikten sonra, daha sonraki kuşaklara Nazilerin saldırılarını, halkların faşizme karşı nasıl mücadele ettiğini anlatmak için Sovyetler Birliğinin önerisiyle yapılmış müze. Müze’ye girerken, “burada iki buçuk saati nasıl geçireceğiz” diyor bazı kadın arkadaşlar. İlk olarak, İkinci Dünya Savaşını bitiren kaputülasyonun yapıldığı salondayız. ABD, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliğinin savaşın galipleri olarak oturduğu bu salonda Alman Nazilerine kapının bir kenarına itilmiş masada yer ayrılmış. Diğer masalarda bir şenliğin izleri göze çarparken, Alman Ordu’sundan Hava, Kara ve Deniz Kuvvetlerinden birer generalin oturduğu masada su bardakları var.

Müzeyi gezmeye devam ediyoruz. Goebels’in Nazi ordusuna kesin talimatları:“Yahudiler bir faredir, öldürün”, “bolşevikler yılandır, boynunu ezin”, “Alman ordusunun işgal ettiği yerlerdeki birliklere merkezden yiyecek ve ihtiyaç nakli yapılmayacaktır. Çünkü oralardaki gıda stokları ve malzemeler savaşan Alman Ordu’suna verilmek zorundadır”, “savaş esirlerine kurşun harcamayın. Bırakın açlıktan ölsünler”. Savaş ve insanlık suçları listesi uzuyor. Kızıl Ordu’ya ait bir paltoyu girmek, Kızıl Ordu subayı olmak hemen oracıkta kurşunu dizilme nedeni.

Bir zeka cetveline rastlıyoruz. Halkların zeka ve ahlak düzeyini ölçen bir cetvel. Batı ve Kuzey Avrupa halkları uygar insana daha yakın, Doğu’ya ve Güney’e gittikçe halkların ahlak ve zeka düzeyi düşüyor bu cetvele göre. Bir cam vitrindeki üç çocuk ayakkabısı yüreğimizi burkuyor. Doğu’daki bir toplama kampından geriye kalan diğer eşyaları görüyoruz.

Sovyet kadını faşizme karşı direndi

Bir fotoğrafın önünde kilitleniyoruz. Nazi askerlerinin arasında bir Kızıl Ordu kadın askeri. Sovyetler Birliği’nin ordusunda onbinlerce kadın, sosyalist Anavatanın ve insanlığın faşizmin elinden kurtulması için savaşmaktan ve canlarını vermekten çekinmemişler. Naziler, bu kadınlardan birini esir aldığında ona“hafif kadın” muamelesi yapar, türlü işkenceleri üzerlerinde dener, hatta cephe gerisindeki ailelerine de birer fotoğrafını gönderirmiş. Nazım Hikmet’in “Tanya” şiirini hatırlıyorum birden.

Bir grup Nazinin arasında mağrur ve sakin duruyor kadın. Nazilerin ağzı kulaklarında. Bir sirk hayvanına bakar gibi bakıyorlar kadına. Sadece küçük burnunun üzerindeki ince kırışıklıktan iğrenme duygusu yakalıyorum. Başına gelecekleri biliyor elbet. Birazdan saçlarını usturayla sıfıra vuracaklar, gömleğini göğüslerini ortada bırakacak şekilde aşağıya çekecekler ve idam edildiğinde boynuna bir yafta asacaklar. Kadın sakin ve mağrur. Başını usulca öne dikerek birşeyler anlatıyor. Faşistler ne yaparsa yapsın birgün zaferin geleceğini de biliyor olmalı. İkinci Dünya Savaşında, yaklaşık 30 milyon insan öldürüldü. Bunun 6 milyonu yahudilerdi. 7 milyonu diğer halklar. Sovyetler Birliğinin ödediği fatura ise çok yüksek: 17 milyon Sovyet vatandaşı. Hitler, tarihte ilk kurulan işçi devleti Sovyetler Birliği’ne azgınca saldırdı. Bu müzede açıkca görmek mümkün bu gerçeği.

Politika tartışmak hoşumuza gidiyor

Müzeden çıkıyoruz. “Burada nasıl iki buçuk saat geçireceğiz” diyen kadın arkadaşlar, “akşama kadar kalamazmıyız burada” diye soruyorlar. Ayağımızı sürüye sürüye çıkıyoruz müzeden. Kobane’deki savaşı tartışıyoruz. “Çıkar savaşları ve insanların katledilmesi bitti sanki” diyor bir kadın arkadaş. Bir diğeri daha gerilere gidiyor ve bize Kerbelayı anlatıyor.

Öğleden sonra Rosa Luxemburg Platz’a gidiyoruz. Burada bir tiyatro binası var. Adı: Halk Sahnesi. O dönemler tiyatro pahalı ve halka açık olmadığı için, halk kendi arasında para toplayıp, Halk Sahnesi’ni kurmuş.

Das Karl Liebknecht Haus, Berlin’in merkezinde ve tarihi korumaya alınan binalardan birisi. Burası işçi semtiymiş eskiden. Birinci Dünya Savaşı öncesi Berlin ayaklanmasına, işçilerin polisle çatışmasına tanıklık etmiş bir semt. Naziler iktidara geçtiklerinde, işçilerin kullandıkları bu binada, Gestapo işkence yapmış insanlara. Sol Parti’nin misafiriyiz bugün. Bize parti programlarını anlatıyorlar. Sorular soruluyor. Sıkılan yok. Politika tartışmak hoşumuza gidiyor.

Akşam otele geldiğimizde, Berlin Göçmen Kadınlar Birliğin’den kadın arkadaşları buluyoruz lobide. Sıcacık bir sohbet başlıyor. Çalışmalarımızı anlatıyoruz birbirimize. Deneyimlerimizi aktarıyoruz. Birbirimizi yüreklendiyoruz. Üçüncü günün biteceği yok gibi.

Ciddiye mi alındık

Berlin’deki son günümüzde, İçişleri Bakanlığı’na davetliyiz. Alt-Mobbit’de bulunan İçişleri Bakanlığın’dan üç görevli ile buluşuyoruz. Görevliler kendi aralarında işbölümü yapmışlar ki, birisi İçişleri Bakanlığı’nın görevlerini ve örgütlenmesini anlatıyor. “Almanya’daki yabancılar” onların konusuymuş. Sunumları bittiğinde ve bize söz geldiğinde kamuoyunda “Dönerci cinayetleri” olarak bilinen NSU davasının neden yavaş devam ilerlediğini soruyoruz. İçlerinden en güler yüzlüsü, bir kadın bu soruya cevap veriyor: “Elimizden geleni yapıyoruz”.

Kadın arkadaşlar tek tek söz alıp sorunlarını dile getiriyorlar. Entegrasyon kurslarının yeterli olmadığı ve kadınlara verilecek Almanca kurslarında çocuk bakımının mutlaka yapılması gerektiği söyleniyor. “Entegrasyona, dil öğrenmeye evet ama bunun için daha fazla olanak istiyoruz” diyoruz. “Göçmen Kadınlar Birliği, göçmen kadınların özgürleşmesi, eşit haklar elde etmesi için mücadele ediyor” denildiğinde genç erkek görevli “benim karım ev işlerinden ve çocuk bakımından sorumlu. Ne var bunda?” diyor.

Eğitim sistemi eleştiriliyor. Çocuklarımızın eğitim sisteminde dışlandığı, meslek eğitim yerlerinin azlığı nedeniyle iyi bir meslek edinemediklerini söylediğimizde şu cevabı alıyoruz: “Bu toplumda bizim şöföre de, sıvacıya da, temizlik görevlisine de hepsine ihtiyacımız var”. Talepler devam ediyor: Yabancı diplomaların eşitlenmesinde yaşanan sıkıntılar, kadınlara vasıflı meslek kursları vb.

Tartışıyoruz, sorunlarımızı dile getiriyoruz, çözüm önerileri ileri sürüyoruz. Kadın görevli, bizi ciddiye aldıklarını belirtiyor.

İçişleri Bakanlığın’dan ayrıldığımızda geriye kalan iki saati Berlin’de dilediğimiz gibi kullanmamız söylendiğinde, kalabalık bir grup “Simit Sarayı”na dalıyoruz. Bazı arkadaşlar alışveriş için mağazalara dağılıyor. Artık dönüş yolu.

“Yediğin içtiğin senin olsun. Gezip, gördüklerini anlat” diye bir söz vardır. Gezip, gördüklerimiz bu kadar. Yeyip içtiklerimize gelince şöyle: Helal sözcüğünün yanlış anlaşılması sonucu, dört gün boyunca kızarmış tavuk, haşlanmış tavuk, tavuk bacak, tavuk göğüs gibi tavuğun her hali sunuldu önümüze. “Kanatlandık, Franfurt’a uçalım mı” diye bir öneri geliyor. Tren, Frankfurt’a yaklaşırken, bir kadın arkadaş kocasından gelen SMS’si okuyor seslice: “Hoşgeldin. Seni özledim. Mutfağa girip, çok güzel bir tavuk kızartması yaptım”. Kopuyoruz.

GÖRÜŞLER:

Şükran Aslan (44 yaşında, sağlıkçı, Rüsselheim’dan geliyor)

Ben politik açıdan yeterli buldum geziyi. Berlinin tarihsel geçmişi, yakın geçmiş ve politika konusunda çok şey öğrendim. Gezide birbirlerini tanımadıkları halde, gelen kadınlar çok güzel kaynaştılar, birbirleriyle diyaloğa geçtiler. Kadınlar birbirimizi tanıdık, sorunlarımızı paylaştık.

Zeynep Çetin (49 yaşında, sekreter ve Frankfurt’tan geliyor)

Benim için çok güzel geçti gezi. Berlin’i daha önce görmüştüm ama bu sefer başka bir gözle gördüm. O zamanlar onbeş yaşındaydım. Göçmen Kadınlar Birliğin’den arkadaşlarla birlikte olmak, onları daha yakından tanımak ve ortak sorunlarımızı paylaşmak çok hoşuma gitti. Almanya’nın politik yapısına ilişkin bilgilendim. En çok Parlamento binasını beğendim. En çok da Sovyet Müzesinden etkilendim. Müze’de gördüklerimle Almanya’nın yakın geçmiş tarihini daha iyi anladığım gibi, ikinci dünya savaşında yapılan katliamlar sanki beni boğacaktı. İnsanlar çok dramlar yaşamış. İçişleri Bakanlığın’daki tartışmamız güzel oldu. Göçmen Birliğin’den kadınlar olarak sorunlarımızı ve taleplerimizi dile getirmemiz ve bütün bunların dinlenmesi, ciddiye alınması hoşuma gitti. Güzel bir geziydi.

Gülten Özer (42 yaşında, Frankfurt’tan)

En çok Sovyet-Alman Müzesini beğendim. İkinci Dünya Savaşı’na ilişkin hep Batılıların ağzından bilgilendik. Bir de karşı taraftan, olaylara bakmak çok değişikti. Çok şey öğrendim bu geziden.

Elif Tepeli (34 yaşında, Terzi, Rüsselsheim’dan)

Seviyeli, samimi çok güzel bir ortamımız oldu. Çok güzel kaynaştık. Bu gezinin biz kadınlara çok şey öğrettiğine ve kazandırdığına inanıyorum. Kadınlar kendi kabuklarından çıkarak, bir şehri tarihi ve politikasıyla tanıdılar. Herkese tavsiye ederim.

Gülseren Pelit (44 yaşında, Satış Uzmanı, Frankfurt’tan)

İyiki Göçmen Kadınlar Derneği var ve ben onlarla tanıştım. İyi ki bu dernekten arkadaşlarım var. Derneğe üye değilim ama GKD’den kadın arkadaşlarla birlikte olmak çok zevk veriyor bana. İçişleri Bakanlığın’daki tartışmamızda, sorunlarımızı ve taleplerimizi dile getirdik. Çocuklarımızın geleceği, bugünden birşeylerin değişmesine bağlı.

Sevil Oyan (41, Ev Hanımı, Rüsselsheim)

Genel kültürümü geliştirdiği için Müze gezisini beğendim. İlk kez geliyorum böyle bir geziye. Berlin’i değişik açılardan tanımak çok faydalı oldu. Göçmen Kadınlar Derneği’ne teşekkür ediyoruz. Kendi imkanlarımızla bunu yapamazdık. Ortamımız çok güzeldi. Dostluklarımız güzeldi. Kadınları biraraya getiren fikirleri ve ortak sorunlarıdır.

,