#KızKardeşlerimizeMektuplar – 3

Merhaba sevgili kız kardeşim,

benim yaşadıklarım umarım başka kız kardeşlerime ilham olur. Ben Almanya’da doğup büyüdüm. Feodal, geniş bir aile içinde. Geleneksel anlayış içinde otoriter bir aileyle büyümenin zorluklarını ben de yaşadım.  Kız çocuklarının uyması gereken kurallar erkeklerinkinden farklıydı. Ben bu kuralları daha çocukken çiğnemeye eğimliydim. Üstelik çoğu zaman erkek kardeşimi de ayartır onu kendi tarafıma çekmeye çalışırdım.  Bu yüzden çok ceza aldım. Asi bir ruhum vardı. Büyüyüp genç kız olduğumda da değişen bir şey olmadı. Haksızlığa tahammül edemiyordum.. Kimin hakkı yense ben onun yanındaydım. Özellikle şiddete karşı son derece duyarlıydım . Bizim evde dayak olmazdı ya da ben hiç tanık olmadım. Ancak erkeklerden kadınlara doğru sıkı bir hiyerarşik bir düzen söz konusuydu.. Bu düzen her iki cinsin kendi içinde ayrıca devam ederdi. Bense tıkır tıkır dönen çarkın kırık dişlisi gibiydim. Bu işleyiş sıra bana geldiğinde hep takılıp takılıyordu. Evin en küçüğü olduğumdan mı, yoksa dedemin bana olan düşkünlüğünü tüm ailenin kabullenmesinden mi bilmiyorum ama bana tolerans gösterildiğini farkındaydım. Asi tarafım, dışarıda kendini daha çok gösteriyordu.     Yolda ya da herhangi bir yerde şiddete maruz kalan birini gördüğümde başım derde girer mi girmez mi hiç düşünmeden müdahale ederdim. Yetişkin bir kadın olduğumda durum biraz değişmişti. Düşüncelerim aynı olsa da artık kendimi öne atmaktan çekiniyordum. Güvenimi kıran şey eşimden gördüğüm şiddet oldu. Buna maruz kalmak beni o kadar derinden yaraladı ki geri çekildim. Ben daha kendi başıma geleni düzeltemiyorsam başkalarınınkini nasıl düzeltecektim? Benim hikayem de aslında bu soruyla başladı. Kendi durumuma çare aramakla. Ben eşimle severek evlendim. Genç yaşta evlendik. İkimiz de biraz toyduk ama hayatı paylaşacak olmak bizi heyecanlandırıyordu. Eşim meslek yapmıştı. Öyle yüksek okul falan okumadı. Tekniker olarak çalışıyordu. Ben okulda çok başarılı bir öğrenciydim. Ailem tutucu bir aile olsa da okumam konusunda hep beni teşvik etti. Okulumu bırakıp evlenmem tamamen benim kararımdı. Evlilik hayatı eğlenceli geliyordu önceleri. Gezip tozuyorduk. Ben yemek yapıyor; evle ilgileniyordum. O çalışıyordu. Akşamları onu dinlendirebilmek için hizmet etmek öyle zoruma da gitmiyordu. Ama evlilik evcilik oynamaya benzemiyor. Eşim giderek klasik evli erkek rolüne girmeye başladı. Daha önce isteyerek yaptığım her şey giderek görevim halini aldı. Evin  bir eksiği varsa  azarlamaya bile başladı. Giderek yaklaşan tehlikeyi göremedim ya da görmek istemedim. Ondaki değişim beni rahatsız ediyordu. Okulumu özledim. Yarım bıraktığım için pişman olmaya başladım. Yeniden okumaya karar verdim. Ama o buna şiddetle karşı çıktı. Zamanımı daha yararlı işlere ayırmamı söyledi. Çocuk istiyordu. Buna birlikte değil, tek başına karar vermişti. Ben buna hazır olmadığımı hissediyordum. Doğum kontrol haplarını ondan gizli kullanmaya devam ettim. Bir süre sonra şüphelenmişti. Korktuğum oldu;  özel eşyalarımın arasında hapları buldu. Eşyalarımı karıştırıp ilaçları elimden alması beni dehşete düşürdü.  Giderek ondan soğumaya başladım. Severek evlendiğim o delikanlı gitmiş, yerine yabancı bir adam gelmişti. Ayrılık kararı almaya da cesaretim yoktu. Aileme geri dönersem aldığım kararların ne kadar yanlış olduğu konusunda onlara koz vermiş olacaktım. Bundan sonra bana güvenmemeleri gerektiğini yüzüme vuracaklardı. Üstelik ‘dul’ kadın olmanın zorluklarını da kendi ailem içindeki örneklerden biliyorum. Size bekar denmiyor artık; dul deniyor. Nitekim .aile ve toplum kuralları dul bir kadın için olduklarından daha da sert işliyor. Bunu göze almaktansa bu evliliğin içinde bazı şeyleri düzeltmem daha kolay olur diye düşündüm. Peki öyle mi oldu dersin? Hayır. Neden kendimizi birilerinin hakimiyetindeki dört duvar içine mahkum görüyoruz. Neden ya orası ya burası diyoruz. Neden kendi kalemizi kendimiz inşa etmiyoruz?

Ayrılmaya karar verdiğimde iki çocuk sahibi bir anneydim. Dayak da artık benim payıma düşmüştü. Şiddete karşı dışarıda mücadelesini veren  genç kız, kocasından dayak yiyen yetişkin bir kadına dönüşmüştü. Hayır dönüşmek yanlış oldu. Başıma gelenlere razı olsaydım ya da olup bitenle yaşamayı kabullenseydim belki… Ama artık kendim dışında  mücadele vermem gereken iki çocuğum vardı. Bu savaştan daha güçlenerek çıkmalıydım. Kendi kalemin duvarlarını örmeye başladım ve ayrı bir eve çıktım. Eğer sizin cesaretiniz varsa, birilerinin buna saygı göstermekten başka çaresi kalmıyor.

Çocuklarıma iyi bir düzen sağladıktan sonra dışarıdan okulu bitirmeye karar verdim. Sosyoloji alanında bir bölüm seçtim. Evde sınavıma hazırlanıyordum. Çocukları okuldan alma zamanı yaklaşmıştı. Tam bu sırada kapı çaldı. Elinde tencere tencere yemek ve bir dolu hediye paketleriyle annem, büyük teyzelerim, küçük gelin, yengemler  karşımdaydı. Annem “hadi sen çocukları al, biz de mutfağa geçelim” dedi. Bunun anlamını çok iyi biliyordum. Savaşımda bana omuz verecek; benim yanımda olacaklardı. Bir anda koca bir ordunun gücünü arkamda hissettim.

İşte böyle sevgili kardeşim.  Hiç vazgeçmeyin. Siz cesaret ederseniz; başkalarını da cesaretlendirirsiniz. Eski kocama gelince… Çocuklarımın babasıdır elbette. Ama o kadar. Biz çok ayrı dünyaların insanıymışız geç de olsa anladım. Şimdi mezun olduğum üniversitede yarı zamanlı eğitmen olarak çalışıyorum. Ve yeniden madur kadınlar için mücadeleye devam ediyorum.

Papatya