Ekmek istiyoruz güllerden de vazgeçmiyoruz!

Pelin Şener

Ekmek ve Güller sloganı bilindiği kadarıyla ilk kez New Yorklu sendikacı Rose Schneiderman’ın 1911 yılında yaptığı bir konuşmada geçer: “Kadın işçinin ekmeğe ihtiyacı vardır, ama güllere de ihtiyacı vardır.” 

James Oppenheim’ın aynı yıl yayınlanan Ekmek ve Güller şiiriyle slogan yaygınlaşır. 1912 yılında Lawrence, Massachusetts’te 20 binden fazla tekstil işçisinin „Ekmek ve Güller“ adıyla anılan grevinden bu yana slogan uluslararası kadın hareketinin bir parçası olmuştur. Ücret kesintileri ve kötü çalışma koşulları nedeniyle patlak veren “Ekmek ve Güller” grevi sırasında birçoğu da göçmen olan işçiler, adil ücret ve düzgün çalışma koşullarına duyulan ihtiyaca dikkat çekmek için seslerini yükseltti. Bu bağlamda “ekmek” yaşamın temel maddi ihtiyaçlarını yani insanların onurlu bir şekilde yaşamalarını sağlayan gelire duyulan ihtiyacı, işçi sınıfının mücadelelerini ve adil ücret ve daha iyi çalışma koşulları talebini temsil ederken “gül”, maddi olanın ötesine geçen özlemleri, saygı, eşitlik, özgürlük gibi onurlu bir yaşam sürme talebini temsil eder. 

Aradan geçen bunca yıl sonra dahi kadınların ekmek ve gül talebini savunmak zorunda kalmasında mevcut sınıfsal ilişkilerin, politik gelişmelerin, karşı karşı kaldığımız haksızlıkların ve eşitsizliklerin payı var. 

Mücadeleye devam!

Kazanımlarımızın askıya alınmaya çalışıldığı, kadınlara dayatılan geleneksel toplumsal rollerin pekiştirilmek istendiği, çalışma ve yaşam koşullarının daha da kötüleştiği bir dönemdeyiz. Silahlanmaya dev bütçeler ayrılırken, kadın sığınma evlerine bütçe yok deniliyor, yasalarca tanınmış hak olmasına karşın, 3 yaşına gelen çocuklar kapasite yetersizliğinden anaokuluna başlayamıyor, hastaneler kapatılıyor ve kirası ödenebilir bir konut bulmak imkansız hale geliyor. 

Uzunca bir süredir devam eden ırkçı ve milliyetçi propaganda ve bunun yarattığı etki bu yıl da 8 Mart gündemimizde. Seçim kampanyasına göç ve güvensizlik, toplumsal cinsiyet eşitliği politikasına yönelik sağ popülist söylem ve saldırılar, temel hakların aşındırılmaya çalışılması damgasını vurdu. Seçim sonrası ortaya çıkan tablo ve politik ortam da taleplerimiz için daha da fazla mücadele etmemizi zorunlu kılıyor. Çoğu insan sosyal güvencesizlik ve eşitsizlikten, zor yaşam koşullarından, düşük maaşlardan, iş kaybından, kötü sağlık ve eğitim sisteminden etkileniyor. Ancak sorunların kaynağı olarak sığınmacılar ve göçmenler gösterilerek, düşmanlık ve önyargı körüklenerek asıl sorunlar örtbas ediliyor.

Geleneksel rollere hayır!

Almanya’da hala kadınlar ve erkekler arasında yüzde16’lık bir ücret farkı var ve bakım işlerinin büyük bir kısmını kadınlar üstleniyor. Kadınlar daha sık güvencesiz işlerde ve yarı zamanlı çalışıyor; düşük ücretli ve güvencesiz işlerde çalışan göçmen kadınların oranı daha da yüksek ve daha az ücret kazanıyorlar. 

Şiddetle mücadele yasası kabul edildi, ancak önemli boşluklar var. Mevcut taslak, özellikle mülteci ve aile birleşimi yoluyla gelen kadınların koruma alanlarına erişimdeki ayrımcılığı göz ardı ediyor. Ayrıca, ilk on iki haftada kürtajın yasallaşmasına yönelik yasa tasarısı, CDU ve FDP’nin ayak diremesi nedeniyle meclisten geçmedi. Muhafazakâr partiler kadınları geleneksel rollere geri itme çabasına arsızca devam ederken eşitlik mücadelesini geriletiyor. Bu gerileme salt kadınları değil, bütün bir toplumu etkiliyor. Üstelik sadece haklarımız tehlikeye atılmakta kalmıyor, aynı zamanda kazanımlarımız da zedeleniyor.

Kadınları tekrar geleneksel rollerine, çocuk doğuran annelere, aile içinde hapsetmek isteyenlere karşı 8 Mart’ta dile getireceğimiz talepler aynı zamanda bu geriye dönük politikalara karşı direnişin de bir ifadesi.

Özgürlük, dayanışma ve barış istiyoruz!

Kazandığımız ilk Euro’dan itibaren sigorta, eşit ücret daha iyi çalışma ve yaşam koşulları istediğimiz, çalışırken de emeklilikte de yoksulluk çekmeye hayır dediğimiz için ekmek istiyor, kendimizle, bedenimizle ilgili kararları kendimiz alabilmek, kadın haklarının insan hakları olduğunu hatırlatmak zorunda olmadan yaşamak,  toplumsal yaşama ayrımcı, ırkçı uygulamalara maruz kalmadan eşitçe katılabilmek, özgürlük, dayanışma hoşgörü ve barış için güllerden de vazgeçmiyoruz!

1912’deki grev sırasında Lawrence “göçmen şehri” olarak biliniyordu çünkü 51 farklı ülkeden gelen insanlar ağırlıklı olarak da kadınlar her gün tekstil fabrikalarında berbat koşullarda ve berbat bir ücretle çalışıyorlardı. İşlerini ve hayatlarını riske atarak taleplerini ısrarla savunan Lawrencelı kadınlar cinsiyet, etnik köken ve dil farkı gözetmeksizin örgütlendiler. Birlikte mücadelelerini bölmek isteyenlere başarıyla karşı koydular. „Ekmek ve Güller“ grevine katılan binlerce işçinin aştığı sınırlar ne yazık ki kimi yönleriyle bugün halen bize dayatılmak istenen sınırlar. Kazanımları ve nasıl kazandıkları ekmek ve gül talep eden bizler için esin kaynağı olmaya devam ediyor. 

8 Mart kutlu olsun!

Bu yazı ilk olarak Kadın/Frau dergisi 53. sayısında yayınlandı

, ,