Kadına yönelik şiddetle mücadele eden derneklerin kapatılmasını sineye çekmiyoruz!
Dün sabah yeni bir listeye uyandık. Günlerimiz artık hayatlarımızı değiştiren listelerin çıkmış olduğunu duyup içeriklerini öğrenmeye çalışarak geçiyor. Tam anlamıyla “bekletilerek terbiye ediliyoruz.” Dünkü liste İçişleri Bakanlığı’nın genelgesi doğrultusunda kapatılan 370 derneğin listesi. Aralarında Muş Kadın Çatısı Derneği, Selis Kadın Derneği, Gökkuşağı Kadın Derneği, Bursa’daki Panayır Kadın Dayanışma Derneği, Kongreya Jinên Azad, Adıyaman Kadın Yaşam Derneği, Muş Kadın Derneği, Van Kadın Derneği gibi kadına yönelik şiddete ve cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadele veren dernekler de var. Henüz tamamını bilmiyoruz bile. Bugünden sonra mesela Muş’ta, Diyarbakır’da veya Van’da şiddete uğrayan kadınların rahatça, güven içerisinde başvurabilecekleri, destek alabilecekleri kurumlar yok – veya gittikçe yok oluyor. Çünkü önce belediyelere atanan kayyumlarla kadın politikaları birimleri ve belediyelere bağlı kadın danışma-dayanışma merkezleri kapatıldı; başvuran kadınların belgelerine el kondu. Şimdiyse sıra STK’larda. Yani bu savaş ve Olağanüstü Hal döneminde kadınların şiddet karşısında yalnızlaştırılmaya çalışıldıkları aşikâr. Basında, mecliste, belediyelerde – hayatın her alanında kadınların seslerinin kısıldığı, evlere kapatılmaya çalışıldığımız bir zamandan geçiyoruz. Mesela Bursa’daki Panayır Kadın Dayanışma Derneği mühürlenirken bazı üyeler polise “çocukları eve bıraktığımızda nefes aldığımız, bir bardak çay içtiğimiz tek yer vardı, onu da kapatıyorsunuz,” demiş. Dernek başkanı Filiz Tali’nin söylediği ise: “Kadınlar katledilirken koruyamayanlar, kadınları korumaya çalışan bir derneği kapattılar.”
Türkiye, 1985 yılında Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ne (CEDAW) ve 2011 yılında da Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ne (İstanbul Sözleşmesi) taraf olmuş olan bir devlet. Kadına karşı her türlü ayrımcılığı ve şiddeti önleme yükümlülüğünü beyan etmesine rağmen biz kadınların mücadele ve kazanımlarıyla kurduğu ve zor şartlar altında faaliyet sürdürdüğü danışma ve dayanışma merkezlerini, dernekleri hedef alıyor. Hem de bunu yoğunluklu olarak savaşı en sert şekillerde deneyimlemiş ilçelerde, kadınların bundan dolayı ağır şiddet yaşamış olduğu yerlerde yapıyor. Çok iyi bildiğimiz üzere savaşta her türlü şiddet cinsiyetlendiriliyor. Dolayısıyla toplumda erkek şiddeti yalnızca artmakla kalmıyor, aynı zamanda biçim değiştiriyor, devlet tarafından onaylandıkça sınırsızlaşıyor. Savaş koşullarında yaşayan kadınlar aile içinde yaşadıkları şiddeti normalleştirmek zorunda kaldıkları için, kadın danışma ve dayanışma merkezlerine bu alanda başvurular zaten giderek zorlaşıyor. Şimdi, yıkım karşısında hayatı yeniden kurma yükü omzunda olan, bunu yaparken güvenlik güçlerinin duvarlara yazdıkları tecavüz tehdidiyle dolu yazılamaları her gün görmek durumunda kalan kadınların kendilerine yönelik erkek şiddetini de ‘sineye çektikleri’ bir ortamda artık gidebilecekleri kurum da kalmıyor. Yani hem savaşın hem gündelik hayatın şiddetiyle baş etmede “yalnızsınız” denmiş oluyor biz kadınlara.
Makbul değilsek, kocaların, babaların, devlet büyüklerinin – kısacası başkalarının istediği gibi yaşamıyorsak biz kadınların katledilmesini meşrulaştıranlar, “hak ettiğimizi” düşünenler karşısında yalnız olmadığımızı biliyoruz. Derneklere mühür vurmak belki mümkün ama kadın dayanışmasına mühür vurulamayacağını da biliyoruz. Gerçek barışın, yaşanılabilecek bir toplumun biz kadınların dayanışmasıyla, hayatlarımızın şiddetle sarmalanmasına, şiddetle yeniden tanımlanmasına karşı mücadelemizle mümkün olduğunu unutmuyoruz.
#KadınDayanışmasıMühürlenemez
Barış için Kadın Girişimi